24 Aralık 2015 Perşembe
Eşya Neden Saklamaz Teni
eşyayı geçiyorum işte akşam oldu
bütün haylamazlıkları sokakta bıraktım
içine açılan kapılardan ve kağnılardan
biriktirdiğim pullarla allara boyadım yüzümü
üstünden yıldız akar bir çeşmenin
o çeşmenin su içmekliği eskiden
geleneklere ve besmeleye bağlanmıştır
bağlanmıştır yazgı denilen kara boya
bir büyük boşluk gibi içimde büyüyen.
bu ellerini alsan şimdi benden
çocuk olur gözlerim, makasım körleşir
kutsanan gözlerinin indirdiği yağmurdan
ceketim laciverdî bir hüzün olur
omuzlarım düşüktür bu yüzden
saklanan kendi güneşinden sözcükler
dağlayamaz korkularımı.
mehlika, duyduğum sensin
eşyayı geçiyorum, bu kalabalıkları
bu çiğnenip tükürülen elleri bırakıyorum
böylece akşam oluyor yüzünün ortasında
işte söz verdim geçiyorum gözlerinden
aklıma yüz bin yıl vade tanı..
9 Aralık 2015 Çarşamba
Gülüşün Bana Tabut Göğe Dokunan
eksiltmedi beni sevdan daha bir çoğaldım
seninle her gün biraz daha
yağan yağmurlarda seslendiğim adın
benim denizlerim değil mi.
konuşacak olsam ne konuşayım seninle
öylece sustum bekliyorum gerçeği
gidişini akla uydurmam belki kolaydı
yağmurlardan sonra yüzüm kirlenmeseydi
gülüşün o neşter, derimi kesen
kanımdan yükselen buharda telaşlı
adımlarla giderdin sen
saymazdım takvim yapraklarını
yapraklar konuşmaz çünkü yüzümün sonbaharıyla
vardığım evlerin kapıları daha bi duvar
elimde bipolar anahtarlar.
anksiyete ulusal marşını ezbere bilen
yine benim aklım değil mi.
koşarsan kalbim ağrır, bilince başım döner
dağa doğru yükselen ağaçlarda
azala azala yükselişin hüznü
kestirdiğim üç noktalı melodi
ağır aksak sevi değil mi.
hayır ciddi bir yanı yok bütün bunların
hafifsemeyle ortak gülümsemedir gökyüzüne bakmak
şimdi aklımda kırk tilkiyi uyandıran
senin gülüşün değil mi..
1 Aralık 2015 Salı
Güzden Yaza
I.Güz
bakarsın gırtlağında kalmış sesin
birden karartılmış bütün ışıklar.
seçme hakkın olsa hiç sormamış gibi
doğmamış olmayı seçerdin
gece vakti konuşmaya başlayan musluk
ne anlatır uğuldayan ve sağır lavaboya
aynadan yüz bulamayan yüzümü dönsem
yuğsam bir serin suyla
dilinden anlasam da söylesem musluğa:
sesini keser misin uyuyorum burda!
gözlerinin altına otağ kuran renk
iyimserliğinden ettiğinden beri seni
düzenlenen törenlerde yakana, düşük
bütçeli gözyaşları takar oldun
uzun yolların sesi var hep içinde
uzun yolların vardı bir gecede gittiğin
gitmek her zaman uzun vadeli yatırım
ve hep bir yerlere gitme kuponu ceplerin
güzelcins yüzünden düşen parçalar
serçe gözlerinin kezzabıyla üstünden
yaklaştıran gerginliğin gölgene karar
sen vermiştin bana ismimi aylaklığımdan
uzun yolların vardı senin, gözlerinden gittiğim..
II. YAZ
bakmayın ben mevsimlerden şikayet etmem
değil mi ki Eylül bana yazdı, yazdan daha yazdı
ve kasımlardan canım fena halde sıkılmıştı
ayak seslerini duydum sağanak bir yağmurun
gönlümün çorak toprağına düşüşünü
senin takviminden dökülen sayfalarda
on iki ay, on iki eylül, on iki yaz bahçesi
kuş tüyü, çam kokusu, tarçın ve menevşe
hangi bahçeye girdimse cennet köşesi
hepsinde on iki ayrı sen ve adınla
başlayan evin her odasında eylülün bir başka rengi
değil mi ki Eylül bana yazdı, yazdan daha yazdı
ve kasımlardan canım fena halde sıkılmıştı
ayak seslerini duydum sağanak bir yağmurun
gönlümün çorak toprağına düşüşünü
senin takviminden dökülen sayfalarda
on iki ay, on iki eylül, on iki yaz bahçesi
kuş tüyü, çam kokusu, tarçın ve menevşe
hangi bahçeye girdimse cennet köşesi
hepsinde on iki ayrı sen ve adınla
başlayan evin her odasında eylülün bir başka rengi
bakma zaman geçmemiş, geç kalmamışım sana
hep şaşırıyorum karşında, gittiğimiz parklarda
zamanmış senin adın, eylülmüş senin rengin
bazen yaz bazen güzmüşüm nefesinde
göz bebeklerindeki simyayı adının öğrettiği
zaman, saadetim, en kutlu vakit bana..
hep şaşırıyorum karşında, gittiğimiz parklarda
zamanmış senin adın, eylülmüş senin rengin
bazen yaz bazen güzmüşüm nefesinde
göz bebeklerindeki simyayı adının öğrettiği
zaman, saadetim, en kutlu vakit bana..
28 Kasım 2015 Cumartesi
Nasılsan Öyleyim
adınla başladım geceye gül kanatan
daha çok da bir yolcuydu gece ve adın
giderse nereye gider
baştan alalım hayır bu bir prova değil
leylâ görmez mi geceden sabaha
kuşların konduğunu.
yollar boyunca çok düş gördüm
saklandım büyük bir ormanda
gece beni emziren anaydı sen gidince
onun dizinde çok yaşlar döktüm
temizlensin diye adım.
güllerin dökülüyor şimdi kitap aralarından
unuttumdu çoktan saçının tellerini
parmaklarımın arasından çıkan
camdan akseden kızıllıklarda görürdüm
hüznüme müştak yüzünü.
topraktan vücut bulan ne varsa toprakla
karıştırdım çoktan kıyama durdun
kıyama durdun kendi kıyametinin önünde
önünde duvarlar duru ve dalgasız
sesler duydun orda, unutulmuştu çoktan.
bu şehri yaşatan nedir, nergis mi
çay ocaklarından mı geçer şehrin
hüzün ve tütün kokan parmakları
derine indikçe odalardan taşan
aynaya sığınan kiloş eteğin
gülüşünü bağışlar kusan musluklara.
oynama kalbimin geceye koşan damarıyla
ol damardan çokça hüzün emdim, üstelik
deneme kabininin askılığında öylece bırakılan
satın alınmamış eşya benim kalbim.
ve sonra yine sen geldin, şehre birden bire
yürünen yollar şiir olup aktı köprünün altından
köprünün altından çok izmarit aktı
banklarda şöyle bir soluklanmak için
oysa bir kadın ter içinde de sevilir.
bakmaz olur mu hiç tabanı delinmiş gemi
olmaz olanı oldurana ve ol deyip oldurana
hızır bildim seni bak su alıyor sözlerim
tıflîyim gözlerinde, ellerinde ince bir hece.
kanayan gözlerle bakma bana annem beni
akıllı bilir, dudaklarından düşürmeden hiç
çok kötü düştümdü oysa sarışın bir dudaktan
yağmur yağdı düşüme
aklım kanadı biraz, onu da gömdüler geçti.
nasılsan öyleyim geceye kanayan güllerle
bir yolcu giderse en çok, nereye gider ki..
(nöbette vukuat yoktur!)
21 Kasım 2015 Cumartesi
Meryem Hali
anne olduğun gün affettim seni
ellerinde ölmüştü çünkü yüzüm
bir başka yüze döktüğüm dillerden
sabahsız kuşların öğüdüne karışan
yaralar peyda edivermişti bir akşam
koşularda unuttuğum güneş
yakasında kara bulutlarla
üstüme eğilince, hasmım neşe
ve dostum sabır
ve yarınım hüznün ellerinden tutup
seni öptüğüm yere beton döktü
bütün iğde ağaçlarından intikam,
nöbetler alınacak, kitapları da hatta
yakılacak ve kayıtları silinecek
yeryüzü iğde ağaçlarının.
anne olduğun gün affettim seni
kale burçlarında görünsün diye bana
deniz üzerinden gelen rüzgarlara
bıraktığın saçların okşadı hüznümü
gözlerinde görüş mesafesi kadar
bile ben yoktum.
dudaklarının ol kıvrımlarında coğrafya
ve tarih bilimlerini yargıladım
kınadığım başka sevinçler de
eksitlmedi sende batan güneşi
anne olduğun gün affettim seni
iğde ağaçlarından neşet eden çocukları
kamusal alanlarda görünmeye başlayalı
gidemez olduk toplu cenazelere
topluluklarımdan uyluklarıma kadar
seferberlik ilan eden sendin
üç şehirden ettin beni
yeniden çizdiğim haritaları
kör bir dilinciyle beraber
sağır sultanların odalarına astım
-duvar halısı çoktan kalktı yürürlükten-
düğünlerde kimsenin can sıktığı yok
çevre yollarından hüznüme dolandığım
tünelinde gözünüzün karardığı
uhde diyelim istersen bu şehre
anne olduğun şehri de affettim..
Kasım Gökyüzü
ölü yüzleri öptüm, soğuk yanakları
aklımda asılı kalan bedenler
sehpalar üzerinden ayakları çarpılmış
cesetlere ki
kendi kanında boğulan şehirleri
kirası başkaları tarafından verilmiş
cümleleri öptüm.
içimde gittikçe uzayan
ve hiç eksilmeyen
yollar bilirim ki nice aşkları
kılıç artığı hesabına yazan.
üstümden eksik olmazdı sağolsun
biraz gökyüzü, biraz hüzün
bir anda nasıl göçtü
şaşkınlığına hangi ağaç parmak ısırsın.
akşamın şeker gibi çayda erimesi
güneş denize atılmış bir küp şeker
sen, çayı şekersiz içersin bilirim
ve kışları biraz ıhlamur kokar tenin
kuşluk vakti sokağın başında
sisler dağılmadan daha
kapıp getirdin aylaklığımı
saatleri bir eskiciye verdin
çünkü saatler eskimiş vakitlere ayarlı.
telaşından bahaneler türeten cümle
olayım da bir kitaptan okur gibi
içinden bir çok kez tekrarla beni
ve gökyüzüne bırak içinde tuttuğun nefesini.
yalın kat gümüşler giyinsem
kahkahan, duvarda patlayan top mermisi
ve örse vuran çekiç sesinden
artırarak biriktirdiğin
bir içlenme olsun yine de.
çay gibi zaman da soğur
kaynaya kaynaya soğur zaman
gökyüzünde taze bir buhar olur
içinden geçtikçe demirden kuşlar
uçuyor göğsüme kasım gökyüzü
düşüyor, düşüyor, düşüyor
aklımdan binbir homurtu..
17 Kasım 2015 Salı
Koşarak Uzaklaştı
(Doğu'da Bir Kent Akşamında, Vazife Mağlülü Gül veya Sarı Kantaron Devriyesinin Zabıt Defteri)
yağmur yağıyor
yürüyerek ve koşarak yağıyor
öç alırcasına yağıyor topraktan
ve çay bahçelerini döllüyor yağmur.
aklını çeler yağmur, gün batımsız bir derenin
direniş ta derinlerde kara taşların
ve balıkçı yaka kazakların içinde.
sindirilmiş umutlarla susuyor korku.
yağmur yağmadığı zamanlar, hüznüm
rengi solmuş güller gibidir
bulantısını ödünç aldığım sara da
pencereden yola bakmaktadır.
tıpırtısı pencerelerde, en gür sesi pencerelerde
akşamın ve bekaretin tedirginliğinden
devletin ölüm senetlerine bir damla düşer
kör olur, bakkalların önünde tavla oynayan halk
sihirden medet uman şarkılar söyleyen
başka yağmurlar da bilirim
yüreğimin içinden diş çıkaran.
denizin üstünden gelirse yağmur
ıslanmış sigaralar parmaklarımdan
bankalara bireysel krediler ödeyen ellerimden
usulca dökülüverecektir, kağıdın böğrüne ya da sarı kantaron
ahkamın umuma açık kesimlerinden
hediyelik ve göstermelik yağmur dilenilecek.
karşımda ne güzeldin yağmur da karşındaydı
böyle bir yağmurda, evinin sokağında
çay ocağına oturmuş ve yüreğimde hüzünler demleyerek
sana, heceleyen gözlerle bakmıştım
keşke yanımda biraz barut olsaydın.
yağmur yağıyor günlerdir
yürüyerek yağıyor, koşarak bazen
bense en sevdiğim yağmurluğum
ve ıslatmaktan korktuğum kitaplarımla
sana veda anlamında bugün
yeni bulutlar örüyorum
öç alırcasına örüyorum..
14 Kasım 2015 Cumartesi
Adam Susmuş Ellerinde Yağmur Biriktirerek
adam.
cuma akşamlarında ve pazartesi sabahlarında
karşı duran ve imkansız kılınan başaklar için
ellerini ceplerine gizleyerek yağmurlu caddelerde
şarkıların dillerde parlayıp sönmesi gibi
mesafeler gitmiş, tüketmiş tüm gerçeği.
gerçeğin beşiğinde sallanan rüyâ
renklerin bulvarını geçerek
caddeleri boydan boya kuş mezarlığı
metruk evlerden neşe çalarak
göğsünde takındığı muşta
ve elinde mıknatıssız pusula
bir adam geçti.
az önceydi, yağmurluydu elleri,
ellerini ceplerini gizlemiş
dudaklarını kanatmış günlerdir ısırmaktan
günlerdir kördüğüm odalardan çıkmayan
hayallere saklanmış.
bir adam. belki de kaybolan
ellerinde yağmur biriktirerek..
5 Kasım 2015 Perşembe
Kısa Kestirdiğim Çan
hayat alarmını çalıyor
beş dakika daha erteliyorum
yaşamı.
vicdanın aynasıdır anne
orada ellerini boşluğa kaldırmış
beyaz tülbentinden gözyaşı damlatarak
nice volkanları söndürür anne
askıda bir başka vicdan hazırdadır
küllenmiş ateşe kor yetiştirmeye
çile iki heceli uzun bir yoldur
konak ve menzil hanlarının
bilindik yolculardan oluşan
gürültüsü taşar yoldan
savrulur gece.
hikaye gelir her düş
gerçek düşkündür hayale
her hayal bir hayat denemesi
sonsuz seçenekten en kestirme
kestirme yollar çoğu kez
iş açtı ve çatı göçtü
yolların birden çok oluşuyla.
neden bunca yol var önümde
göğsümde tek bir sokak varken
sözcükler bilinmediği için değil
yürek yetmediği için
kurulamaz cümle.
ve sen bana konuş dersin
karşımda bir ülke ağlıyor
göğsümde bir başka dünya
taşıyor-umdur.
hammal ve hamile yakın akrabadır
biri dünyayı taşır, biri dünyaları
söz söz odalar tutalım gerek
çıkmak için tv dizilerine.
ey kamçısı maskara olan soyluluk
ve girişi olmayan şehirler
önünden geçerken körlüğe
bir dipsiz öpücük düşer
ensenden çocukluk taşar
sigarayı eriten kendi parmakların
gerçeğin hayale yedirdiği ağu
hayalin gerçeğe çaldığı bal
beş dakika daha erteleme beni
derdi verdin madem,
dermanı benden çal..
25 Ekim 2015 Pazar
Sen Anlat Ben Dinlerim
I.
bir sigaradan geriye kalanlardır hatıralar
ağızda acı bir tat, sürgün vermiş hatıralar
temmuz sonunda o yapışkan sıcakta
saçların alnına düşmüş ve daha çok kadınca
savaştan evine dönen ama eksik gören kendini
alışkanlıklarını terk ederken ağaçların
gölgesinde bir tarlakuşu gibi
benim değil, hepimizin yalnızlığı bu..
II.
üzgünüm demek yetmez bazen,
bir kuru dal gibi kırılır söz,
öyle orta yerinden,
ulu orta bir akşam üstü..
III.
alınyazısı bir saat
insan, akrebi kovalayan yelkovan..
IV.
kalbim, ayaklanmış bir şehirdir
isyanı gözlerinin başlattığı..
V.
gece, bekçi gibi arşınlar
aklın dehlizlerini.
orada gün ışığına çıkmayan
kaç öpüş kaldı, kuruyup çatlamasın
bir tılsım gibi kalsın dudaklarda
tılsımı anahtar,
kalbimi içeriden kilitleyen
ve geniş sofralarda neşeli şölenleri
tik tak tik tak vuran saat
sokağın birinde vurulmuş bir anı
gibi kalır akılda, akla vurulmuş bir anı.
VI.
ekmeği yerden alıp üç kere öper gibi
öptüm senin de sabahçı saçlarını..
bir sigaradan geriye kalanlardır hatıralar
ağızda acı bir tat, sürgün vermiş hatıralar
temmuz sonunda o yapışkan sıcakta
saçların alnına düşmüş ve daha çok kadınca
savaştan evine dönen ama eksik gören kendini
alışkanlıklarını terk ederken ağaçların
gölgesinde bir tarlakuşu gibi
benim değil, hepimizin yalnızlığı bu..
II.
üzgünüm demek yetmez bazen,
bir kuru dal gibi kırılır söz,
öyle orta yerinden,
ulu orta bir akşam üstü..
III.
alınyazısı bir saat
insan, akrebi kovalayan yelkovan..
IV.
kalbim, ayaklanmış bir şehirdir
isyanı gözlerinin başlattığı..
V.
gece, bekçi gibi arşınlar
aklın dehlizlerini.
orada gün ışığına çıkmayan
kaç öpüş kaldı, kuruyup çatlamasın
bir tılsım gibi kalsın dudaklarda
tılsımı anahtar,
kalbimi içeriden kilitleyen
ve geniş sofralarda neşeli şölenleri
tik tak tik tak vuran saat
sokağın birinde vurulmuş bir anı
gibi kalır akılda, akla vurulmuş bir anı.
VI.
ekmeği yerden alıp üç kere öper gibi
öptüm senin de sabahçı saçlarını..
Pazar Alameti
yamaçtan üç taş yuvarlandı
kırgın, kanayan serçelerin üstüne
yerden üç taş havalandı
dalgın, yaşayan serçelerin üstüne..
kırgın, kanayan serçelerin üstüne
yerden üç taş havalandı
dalgın, yaşayan serçelerin üstüne..
parklardan mucize bekleyen ricacılar
ellerinde biraz cam, biraz alüminyun, biraz plastik
söğüt gölgesine sokulmadan, yüzü tırmalanmış
ve sırtı delik deşik bir bank eşliğinde
içeceklerini yudumlarken farketttiler
güneşin kızardığını
az kalsın boğulacaklardı.
ellerinde biraz cam, biraz alüminyun, biraz plastik
söğüt gölgesine sokulmadan, yüzü tırmalanmış
ve sırtı delik deşik bir bank eşliğinde
içeceklerini yudumlarken farketttiler
güneşin kızardığını
az kalsın boğulacaklardı.
orada kanayan nedir, yoksa benim yaram mı?
yoksa sözden taşmış toprağın,
tohum çatlatması mı?
alametlerden hâlâ düşünmez misin "insan"?
o tepeden dağılan biziz, yoksa rüya sayıklaması mı?
yoksa sözden taşmış toprağın,
tohum çatlatması mı?
alametlerden hâlâ düşünmez misin "insan"?
o tepeden dağılan biziz, yoksa rüya sayıklaması mı?
24 Ekim 2015 Cumartesi
Ben ki Bakışına Gömmüştüm Beni
ben ki bakışında görmüştüm beni
her gidişle tükenen kalb
seyredilen yıldızlar adedince
gözüne güz değen kalbim
bir imla hatası nedenini
boşuna arama tanıdık yüzlerde.
bakışınla büyüt beni,
ellerime uçmayı öğret
ki şarkı yarımdır hâlâ
ay kuyudadır kavlimiz
suya düştüğünden beri.
ökçelerin ne taşır gün aşırı
sohbeti canan gibilerinden
sergiler kurulmuş çarşılarda
ve boş arsaların denize çıktığı
şehirden, uzaklara açılan
bir gemi ki dümeninde
uzak ihtimaller..
-ben ki bakışıma gömmüştüm seni-
Hep Aynı
yeni bir öyküyle başladı gün
şişmiş gözler ve sucuklu yumurta günü.
balkonda, uçamayan bir serçe yakaladık
ayağına dolanan kadın saçlarından tuzağı temizledik,
avcumuzdan su içirdik
biz bunları yaparken annesi bir an ayrılmadı başından
düşündük ama ibret aldık mı bilmem
uğurladık ikisini de.
yaramızın kirli taraflarını temizledi bir şiir
sigara ve çay içtik üstadla,
muhabbete, dostluğa yatırdık değerli kağıtlarımızı.
cuma günüydü genişçe bir bahçeye vardık
"essalamû ya ehl-i kâbir" dedik
"ve aleyküm selam", işittik.
çocuklar vardı yine parklarda
gelecek dedik, güzel olacak inşallah
anne olan her kadın meryem'dendi çünkü.
-geçmişten gelen meryemlerden ki-
battı güneş, serin bir rüzgâr çıktı
içimizde, verdikçe çoğalan bir yaşam vardı
iyi adamları hayrete düşürmeden
günü kurtarılmış sayarak
bir arpa boyu daha yol gittik..
Lâf Arasında
eyvâh! hayatı vakf eden
şuara ehlinin öz evlatlarıydı göğü
dolaşan
ve sema sema sözlerin sahibi
çağırsan ve ölümü rahmet kılsan.
üstümden öteberi yarası eksik olmadı
bir avuç toprak daha yok mu
toprağıma katılacak.
ve ruhum öylesine balçık
ki öylesine söylenen lâf arasında.
hasat kıl beni bir büyük ırmağın
köprü ayaklarına vurduğu yerde
gömün ki üstümde beton ayaklarla
orda bükülen benliktir suyla beraber.
ve sen
suya yol veren taşlardan atla
yemyeşil, sahipsiz ve dalgasız..
Bana Kim Olduğumu Sesinle Anlat
yoruldun açılmaktan
açıldıkça alçalan hayatın önünde
noktalarından yüzü okunan gözün
üstünden aşınan gemilerinde senin
anlamsızlık dediğin nedir ki
bir güle su verdin köz yerine.
ısmarlanan iyilikler ve sipariş kötülüklerin
alacağını aldın hangi toydan büyüyen
başaklar bıraktın salonlarda
evveli sahip âhiri sahip ve gümüşi
gölgenin ayaklarına bağlı
cüzzam ve gölge senin olanın
haşrolunacağı o gün.
âh bataklıklarından zambaklar tüten
ve eskimeyen, eksilmeyen hüzün
sesini de unutturan o hafıza
gedikli abiler ve ablalar menekşe lokması
bilincin taşınca sabırdan sabırlı birer el
okşandıkça yüzün zımparalanan
ve dağılan ıslanmış bisküvi gibi
benzetmelere başvurmasan
kalbin çoktan ayarsız terazi ki hiç yoktan
susturucu gibi göğsüne oturan hatır otu
akşamların ateşini yükseltmesi
zamansız bir doktor bütün yaraların.
sen baştan başlasan kalbini okumaya
açıldıkça kalbimi bir aydınlık odaya
kimsesiz diye alsalar ve seslensen
sesin umut tufanı oldukça umudum
darmadağın ve sığınak yok
eksilme, azalma, koşma, kaçma
açılma açılma açılma âh duracaktı oysa
o son otobüs.
bana kim olduğumu sesinle anlat
eşyayı unuttur, fotoğraflar bunak
bana önce sesini anlat sökük bir pus
bellek duvarına çizgiler çekilen ve tekrar
karartılan odalarda serin ve kuru yerlerin
o ürpertici kışkırtıcılığından kalan
bana kim olduğumu sesimle anlat
önce beni bana getir..
Bir Yanıyla Evrensel Seni Sevişim
bahçelerden geçmiştik, dişbudak ağaçlarında
en görkemli yeşildi paylaştığımız,
birazcık da mavi.
uzunca sustun, öyle sevdim seni
bir gece bir şehri baştan başa geçer gibi
üstümüzde uçan neydi, ben kime bağladım
çocukluğumdan gelen haberciyi.
en görkemli yeşildi paylaştığımız,
birazcık da mavi.
uzunca sustun, öyle sevdim seni
bir gece bir şehri baştan başa geçer gibi
üstümüzde uçan neydi, ben kime bağladım
çocukluğumdan gelen haberciyi.
seninle pay etmiştik çam ağaçlarının gölgesinde
bir hüznü ortasından bölmeden
bir sana bir bana demeden geceyi
çayın karşılıklı şekersiz içildiği
öğleden sonraları gibi telaşlı.
bir hüznü ortasından bölmeden
bir sana bir bana demeden geceyi
çayın karşılıklı şekersiz içildiği
öğleden sonraları gibi telaşlı.
sözünü tutamazdın denizin
çünkü vişne mevsiminden birlikte döndük
ehramlarımızda ve boynunda böğürtlen
ve tarçın kokusuyla
uzunca sustum evrensel bir bankta
uzunca susuz günlerden döndüm
gülün harman olduğu adını kap getir
uzunca susuz günlerden kaldım.
çünkü vişne mevsiminden birlikte döndük
ehramlarımızda ve boynunda böğürtlen
ve tarçın kokusuyla
uzunca sustum evrensel bir bankta
uzunca susuz günlerden döndüm
gülün harman olduğu adını kap getir
uzunca susuz günlerden kaldım.
( 8 Ekim 2015, Doğu Kent)
Senin Seslerin
serçe kuşu gibisin aslında sevgilim
avuçların avuçlarımın arasında
sarılsam gökyüzü rengarek,
ve titrer her ışık
gül kıyama duracak önünde
lalelerin boynu eğik.
avuçların avuçlarımın arasında
sarılsam gökyüzü rengarek,
ve titrer her ışık
gül kıyama duracak önünde
lalelerin boynu eğik.
sen bu renkleri kırlardan getirdin
ben soluğumu getirdim, dağlardan
sesinle örtündüğüm o gerçek örtü
beyaz sabun kokularında
uykuya yatırdığım çocukluğum.
ben soluğumu getirdim, dağlardan
sesinle örtündüğüm o gerçek örtü
beyaz sabun kokularında
uykuya yatırdığım çocukluğum.
çocukluğum dizinde yatıp
her gece, rüyâ kokan saçlarından
-serçe kuşunun kalbi- parmaklarına
döktüğüm diller.
-azımsanmayacak-
her gece, rüyâ kokan saçlarından
-serçe kuşunun kalbi- parmaklarına
döktüğüm diller.
-azımsanmayacak-
kış kıyamet bir havada
çaydan ilk yudumu aldığım o an
şimdi senin seslerini dinlemek..
çaydan ilk yudumu aldığım o an
şimdi senin seslerini dinlemek..
(21. Eki. 2015 Doğu Kent)
21 Haziran 2015 Pazar
Daha Çok Dalgalara
her şeyin üzerinde dalgalar
ve saraylardan çıkarılmış iskelet
deniz sözünü tutmuş sayılmalı
yoksa mavilik hayra alamet.
evlerin bahçelerinde ölümler var
gözlerinden anlaşılmaz, konuştukça
daha bir bulanan suya ayaklarımı daldır
alnımda hangi bayram yeri kurulmuş,
ellerim benden sonra kime kalacak?
soru soran ademe bir cevap
yok ademden..
ey benim geceleri yastığa yorgun
ve özensiz düşen saçlarım
her telinde hercai menekşeler
kalır güneş vurunca..
kanımı coşturan bir baharı ısmarladım
dudaklarım alesta.
endemik acılardan kamusal aşklar yaşayan bağrım
korkunun saçlarını taradıkça
tarağın dişlerinde kalan korku
nefessiz yaşanan zamanlardan koptum
ey benim ihanete parmak ısırtan
sarı saçlı sevgilim.
bilindik işlerden bilindik yorumlarla,
hayırlısı olsun Rabbim..
ben bu şiirleri hep sana yazdım
nakış nakış bir hüzün ki
bekar kız odalarında.
ben bu şiirleri hep sana yazdım,
çünkü gülüşünden dağ gibi dağ gibi dağ gibi
bir hüzün, işleniyor yüreğime..
17 Mayıs 2015 Pazar
Körlük ve İnme
düştükçe suyun sağrısına bulut
gök bulanır, gün bulanır, "gül bulanır"
eski aşk-ları dilimde uykuya yatırıp
uyandırmadan gerçeği gecenin taşkın bağrından
güller yetişsin diye bir bahar
kuralım sabahın çiğ tanelerinde.
düş kırıklığı aniden gelir.
körlük ve inmedir bütün düş kırıklıkları
aslından kanla çoğaltılmış eski bir
belâ cüzünü okudum, ellerim titreyerek.
ellerim titrer çünkü göğe çıkarken
çıktığım gök değil yer altıdır.
hasbihal çeşitli hallerden yarım kalmış
bir ekin gibi kağıda savrulur.
pusuya düşen yine benim yüreğim
yüreğime çığ düşer, kızağa çekilmiş çığ
çıplaklık ve berceste mısralar aklıma
tipi olur yağar, odamda kayıp bir gemi.
odamda dolaşan şehzade ki ismi meçhul
canfedâ derdim adına mahut bir savaşta
sakalara su yetiştiren şehzadenin
çok görünmese bile gözüme
ismi canfedâ, suretini asan eder.
eder ki elden düşünce bir başka ele
keder diye bir söz oyununa yenik düşüp
aklımdan karaya vuran bir çaput
bağlanır söz ağacına
rüyada da hatırlanır verilmiş tüm sözler.
sözler bitirilmemiştir ve yedi kıta
savaş halindedir sözleri ordu bilip
tutulmamış bir sözden bütün verem, kanser ve makûl hastalıklar
yeryüzünde arsa karşılığı genişçe daireler
almış mal sahiplerine pay edilir.
sahip bana efkâr getirdi ve üstümde ölümü
ölümü ani bulan her ahmak gibi
sevmeyi ölüm anında öğrenen başka sahipler
bulunur dünyada.
gül bölünür, annelere diken kalır
çünkü yeryüzü tüm annelerden temizlenmiş denizleri taşır
bir çarşıdır ki saflık o çarşının içinde
düşkündür ve masumiyet, dilenci.
masumiyet çocukla yiten ve hep
cepten yenilen, çoktan tükenmiş miras.
aç kulağını, bir gün bulursam seni
şunu diyeceğim sana hiç de sıkılmadan:
büyüdüm ve yoruldum artık
kalbimi terk et..
12 Mayıs 2015 Salı
SESSİZCE veya DOLAYLI
susmak kadar konuşmayı özlemiyorum
nefret etmek için hiçbir sebebim yok
güneşli bir günde birden
sağanak altında hazırlıksız yakalanmışım
uyanınca, uyandım diye pişmanlık duyulmayan
bir rüyâyım.
bir başkasının rüyâsında, başka bir rüyâyı
gören yine benim rüyâmdır.
nefret etmek için hiçbir sebebim yok
güneşli bir günde birden
sağanak altında hazırlıksız yakalanmışım
uyanınca, uyandım diye pişmanlık duyulmayan
bir rüyâyım.
bir başkasının rüyâsında, başka bir rüyâyı
gören yine benim rüyâmdır.
gökyüzüne değil gökyüzü resimlerine bak
doktorun tavsiyesi üzerine
çıktığım kır değil, kır resimleri
alaşağı edilen bir gülümseme daha
nakavt olan başka bir sevgiyle hemhâl.
sırdaşlık kalmadı aramda gece ile
yüzleri sökülüyor bütün kuşların
bütün kuşların çığlıkları körlük
ve sağırlık taşıyor: elveda gülsarı.
doktorun tavsiyesi üzerine
çıktığım kır değil, kır resimleri
alaşağı edilen bir gülümseme daha
nakavt olan başka bir sevgiyle hemhâl.
sırdaşlık kalmadı aramda gece ile
yüzleri sökülüyor bütün kuşların
bütün kuşların çığlıkları körlük
ve sağırlık taşıyor: elveda gülsarı.
sessizce büyüyor rüyâ
ses
sizce
izce
ce
e..
28 Nisan 2015 Salı
Bulut ve Barut
ey bin ahmaklığa düşen göz
sıcak yatakta kötü şeyler düşleyen
hatıra gelen yüzlerden ve hecelerden
rüyadır adın ey göz.
suçunu hafifletecek ecza yok
ki yaralarım süslensin papatya fallarıyla
iltihaplı sigara yanıyor parmaklarımda
parmaklarım saklanacak yer arıyor.
ey bin güvercine durak olan parmak
nabızların o kös seslerini işit şimdi
telgraf tellerinde ve pazar günleri
kurşunlar, yatılı okula dönmemiştir henüz
yol örtülü öznedir cümlede
ve alkol, bize kötülük bağışlar durmadan
ki ey bin şüpheyi saklayan kalp
inancın meydanında at sürsün diye
devirmek lazım kaç putu kaldıysa gündüzün
ve nöbetçi eczanelerde.
ecza,
softa çiçeklerden demet yaptım sana
yastığına iliştirdim kırlangıç sürülerini
tenin nazik ü sim
elbisenden taşan tenin
ey beynime hücum eden kanım
gibi inme inerken bir tas suya
sesi kesilen, nefesi tıkanan, kanı sulanan
felç ahmaklık.
nedensiz geldim sana
ey beni emziren bulut ve barut
soran, soran, soran ve soran bir beyinden
salacak kök bulamıyorum toprağa
kanatlarımdan taşınan küfürle
kirleniyor gökyüzü, kirleniyor elbise
kirlenirsem ben de akşam eve döndüğümde
anamın hesabı pek çetin olacak
çocuk yüzlerde kirlenmenin
adil olduğu ve
ey ezel ve ebedden gelen haberci
kalpte asi sevgileri iskan ettiren sultan
kemiklerimden ve etimden gayri
insan çatılsın.
ruh kalıbında bir insan, çatlasın
verilen bir sözdür her mısra
her mısra biraz daha arayı açıyor
bir başka rüyayla.
ey söz, bin atıyla hücuma geçen ordu
geniş anlamsızlıklar ovasında
adamsende düşman ordusunun karşısında
çok ses döktün toprağa.
ganimetin, kelimelerindir senin
ve kehribar ağızlıklardan akan salya
yeni baştan okuyalım hüzün cüzünü
ey hüzün cüzü, ateşi bin ovayı tutuşturan
ve bin ırmakla sönmeyen ateşin senin
muştu, bayram, güvenç
unutulmuş dillerin, reddi miras hakkı saklı.
haşyet tırpanları ile biçilen ruh
kötülük bağışları devletin ve alafranga
bakımlı kız odalarında tuvalet masasında oturan güneş
saçların omuz üstünde havai, dağılışı gibi
yeryüzüne dağılan insanlar ve akıbet
ruhumda binlerce petrol kuyusu
kendi gücü kendine düşman olan
bir anda patlayacak
bir tutuşturan bulmazsa onu.
sesimden dünya şaşırdı, gece,
topal dilenci.
gündüz, topal numarası yapan
aktör sahnede ve otobüs her durakta
kartonlarla birbirinden ayrılmış
akdeniz ve kızıldeniz
ayazın şarkısı duyulur, rick's american clup
yaşasın liberte france!
ey ismiyle şehirler kurulan insan
ey ismiyle şehirler yıkılan insan
ey hatır tanrıçası, ey unutuluş putu
ey sabıka kaydında veresiye isimlerle
tarihe not düşen, zengin dilenci
bulut ve barut kokulu yataklardan
sokaklara düşen hayret..
sam, bizim şarkımızı tekrar çalsana!
sıcak yatakta kötü şeyler düşleyen
hatıra gelen yüzlerden ve hecelerden
rüyadır adın ey göz.
suçunu hafifletecek ecza yok
ki yaralarım süslensin papatya fallarıyla
iltihaplı sigara yanıyor parmaklarımda
parmaklarım saklanacak yer arıyor.
ey bin güvercine durak olan parmak
nabızların o kös seslerini işit şimdi
telgraf tellerinde ve pazar günleri
kurşunlar, yatılı okula dönmemiştir henüz
yol örtülü öznedir cümlede
ve alkol, bize kötülük bağışlar durmadan
ki ey bin şüpheyi saklayan kalp
inancın meydanında at sürsün diye
devirmek lazım kaç putu kaldıysa gündüzün
ve nöbetçi eczanelerde.
ecza,
softa çiçeklerden demet yaptım sana
yastığına iliştirdim kırlangıç sürülerini
tenin nazik ü sim
elbisenden taşan tenin
ey beynime hücum eden kanım
gibi inme inerken bir tas suya
sesi kesilen, nefesi tıkanan, kanı sulanan
felç ahmaklık.
nedensiz geldim sana
ey beni emziren bulut ve barut
soran, soran, soran ve soran bir beyinden
salacak kök bulamıyorum toprağa
kanatlarımdan taşınan küfürle
kirleniyor gökyüzü, kirleniyor elbise
kirlenirsem ben de akşam eve döndüğümde
anamın hesabı pek çetin olacak
çocuk yüzlerde kirlenmenin
adil olduğu ve
ey ezel ve ebedden gelen haberci
kalpte asi sevgileri iskan ettiren sultan
kemiklerimden ve etimden gayri
insan çatılsın.
ruh kalıbında bir insan, çatlasın
verilen bir sözdür her mısra
her mısra biraz daha arayı açıyor
bir başka rüyayla.
ey söz, bin atıyla hücuma geçen ordu
geniş anlamsızlıklar ovasında
adamsende düşman ordusunun karşısında
çok ses döktün toprağa.
ganimetin, kelimelerindir senin
ve kehribar ağızlıklardan akan salya
yeni baştan okuyalım hüzün cüzünü
ey hüzün cüzü, ateşi bin ovayı tutuşturan
ve bin ırmakla sönmeyen ateşin senin
muştu, bayram, güvenç
unutulmuş dillerin, reddi miras hakkı saklı.
haşyet tırpanları ile biçilen ruh
kötülük bağışları devletin ve alafranga
bakımlı kız odalarında tuvalet masasında oturan güneş
saçların omuz üstünde havai, dağılışı gibi
yeryüzüne dağılan insanlar ve akıbet
ruhumda binlerce petrol kuyusu
kendi gücü kendine düşman olan
bir anda patlayacak
bir tutuşturan bulmazsa onu.
sesimden dünya şaşırdı, gece,
topal dilenci.
gündüz, topal numarası yapan
aktör sahnede ve otobüs her durakta
kartonlarla birbirinden ayrılmış
akdeniz ve kızıldeniz
ayazın şarkısı duyulur, rick's american clup
yaşasın liberte france!
ey ismiyle şehirler kurulan insan
ey ismiyle şehirler yıkılan insan
ey hatır tanrıçası, ey unutuluş putu
ey sabıka kaydında veresiye isimlerle
tarihe not düşen, zengin dilenci
bulut ve barut kokulu yataklardan
sokaklara düşen hayret..
sam, bizim şarkımızı tekrar çalsana!
13 Nisan 2015 Pazartesi
Görüldüğü Yerde Derdest Edilsin
bahçemde konaklayan geceden
dinlediğim masallardı bunlar
kanımızın o deli çağında
anlatılan efsaneler.
gülün katlinden bülbül sorumlu
bilinmedi, betonlar ardında kaldı gerçek
artık,
gözlerini belerten gökyüzünden
yağmur değil, su düşecek
yangınları kimin sönmeye başladıysa.
hesabı çabucak gören, hesabı adil olan
suyun kalbini titreten gerçek
ezeli ve ebedi gerçek!
susuz kalan kim varsa, elbette yetişecek
kalbin kırık yerleri çünkü
özensizce yapıştırılmıştır anılarla
dıştan görülmesin kırıklar
öze işlesin kırıklar.
söz diyordun, bir kuştur uçar
kağıda bir istasyon çizelim
bir gözlem evi
uçup giden kuşlar, nereye gider
nerede konaklar kışları
uçup giden sözler.
kağıda gökyüzü çizdim
bulanık sularda renkler açıldı
tende yara, elde yara, elden yara:
açıldı.
ağlamaktan sakınan göze anılar batar
sakındım yıllar yılı ağlamaktan
kör öldü gözlerim.
sakalar bir dalda uykuya dalınca
rüyaları bana tasa oldu.
gelinciğin kalbinden geçen
yapraklarının savrulmaması çok uzağa
böyle böyle sakındığı ne varsa gelincik
ve sakaların
büyüdü içlerinde; yapraklar uzağa savruldu
hüzün otağ kurdu gönlümde.
aklım şimdi alışveriştedir
mı, mi, mu, mü satan dükkanlarda
ama, fakat, lakin toptan ve perakende
tamam, peki, yani, sen bilirsin avm
söz diyordun, bir kuştur uçar
kağıda gökyüzü çizelim
ve güzelleştirelim kendimizi
serçe giyerek üstümüze
serçem benim, ah nereye gitse
oranın yerlisi olan kuşum, soluğum, sözüm..
dinlediğim masallardı bunlar
kanımızın o deli çağında
anlatılan efsaneler.
gülün katlinden bülbül sorumlu
bilinmedi, betonlar ardında kaldı gerçek
artık,
gözlerini belerten gökyüzünden
yağmur değil, su düşecek
yangınları kimin sönmeye başladıysa.
hesabı çabucak gören, hesabı adil olan
suyun kalbini titreten gerçek
ezeli ve ebedi gerçek!
susuz kalan kim varsa, elbette yetişecek
kalbin kırık yerleri çünkü
özensizce yapıştırılmıştır anılarla
dıştan görülmesin kırıklar
öze işlesin kırıklar.
söz diyordun, bir kuştur uçar
kağıda bir istasyon çizelim
bir gözlem evi
uçup giden kuşlar, nereye gider
nerede konaklar kışları
uçup giden sözler.
kağıda gökyüzü çizdim
bulanık sularda renkler açıldı
tende yara, elde yara, elden yara:
açıldı.
ağlamaktan sakınan göze anılar batar
sakındım yıllar yılı ağlamaktan
kör öldü gözlerim.
sakalar bir dalda uykuya dalınca
rüyaları bana tasa oldu.
gelinciğin kalbinden geçen
yapraklarının savrulmaması çok uzağa
böyle böyle sakındığı ne varsa gelincik
ve sakaların
büyüdü içlerinde; yapraklar uzağa savruldu
hüzün otağ kurdu gönlümde.
aklım şimdi alışveriştedir
mı, mi, mu, mü satan dükkanlarda
ama, fakat, lakin toptan ve perakende
tamam, peki, yani, sen bilirsin avm
söz diyordun, bir kuştur uçar
kağıda gökyüzü çizelim
ve güzelleştirelim kendimizi
serçe giyerek üstümüze
serçem benim, ah nereye gitse
oranın yerlisi olan kuşum, soluğum, sözüm..
9 Nisan 2015 Perşembe
Beyaz Yaprakları (S)öğüt
ne zaman karşılaştım adınla bir sokakta
bir göl kıyısıydı belki aşka otağ kurduran
yahut söğüt gölgesi, beyaz yapraklardan
beyaz bir banktı ya da adınla yan yana oturduğum
edebi duraktır adın çünkü bilirim
soluklanmak için oturup, rüya şerbeti içtiğim
damarlarımdan çekilmişti orada asırların heyelanı
adınla karşılaşmak içindi onca deprem
onca fırtınaydı göğsümde büyüttüğüm.
göl kıyısı, beyaz ahşap ev, verendası genişçe
ve sonra orada koşturan çocuklar, senin bahçende
çocuk olan adındı hep saklambaç oynadığım
adın yazılıydı ezel hattıyla
söğüt ağacının beyaz yapraklarında.
şimdi yüzün ellerimin arasında
yüzün bir yudumluk su, avucumda tuttuğum
damla damla parmaklarımın arasından
düşer toprağa, yüzün bir yudumluk su.
ne zaman karşılaştım adınla,
ne zaman karşılaştım yüzünle,
bir sokakta;
sahi ne idi adın yangınlarımı söndürdüğüm..
bir göl kıyısıydı belki aşka otağ kurduran
yahut söğüt gölgesi, beyaz yapraklardan
beyaz bir banktı ya da adınla yan yana oturduğum
edebi duraktır adın çünkü bilirim
soluklanmak için oturup, rüya şerbeti içtiğim
damarlarımdan çekilmişti orada asırların heyelanı
adınla karşılaşmak içindi onca deprem
onca fırtınaydı göğsümde büyüttüğüm.
göl kıyısı, beyaz ahşap ev, verendası genişçe
ve sonra orada koşturan çocuklar, senin bahçende
çocuk olan adındı hep saklambaç oynadığım
adın yazılıydı ezel hattıyla
söğüt ağacının beyaz yapraklarında.
şimdi yüzün ellerimin arasında
yüzün bir yudumluk su, avucumda tuttuğum
damla damla parmaklarımın arasından
düşer toprağa, yüzün bir yudumluk su.
ne zaman karşılaştım adınla,
ne zaman karşılaştım yüzünle,
bir sokakta;
sahi ne idi adın yangınlarımı söndürdüğüm..
26 Mart 2015 Perşembe
Aşk, Nefes, Kuş
Aşk.
bilmem.
aşktan kuş yapıp nefesimle uçurmayı
kalbim ayaklanmış bir şehirdir
isyanı gözlerinin başlattığı
içimdeki yangına, rüyalarımda
ellerin yetişir, diner ağrılarım..
Nefes.
tükenir.
rüyada soluklanır giz,
ve demlenir hep rüyada
bir başka nefes
yaşamak dersin, yıldızları dökerler başından
kan değildir artık rüyada, damarlarından akan
nefesin hülya kokar biraz da
bir rüyaya uyuyunca
rüyada ol, uykuda ol, uyanık ol, hülyada ol
ol.
ve nefes aldıkça, soluduğunu hatırla..
bilmem.
aşktan kuş yapıp nefesimle uçurmayı
kalbim ayaklanmış bir şehirdir
isyanı gözlerinin başlattığı
içimdeki yangına, rüyalarımda
ellerin yetişir, diner ağrılarım..
Nefes.
tükenir.
rüyada soluklanır giz,
ve demlenir hep rüyada
bir başka nefes
yaşamak dersin, yıldızları dökerler başından
kan değildir artık rüyada, damarlarından akan
nefesin hülya kokar biraz da
bir rüyaya uyuyunca
rüyada ol, uykuda ol, uyanık ol, hülyada ol
ol.
ve nefes aldıkça, soluduğunu hatırla..
Yağmurun Düştüğü Güz'ün
hallaç.
kalbim dalda kuru yaprak,
rüzgar senden eser.
savrulurum,
düşerim bir bulanık suya
suyun aktığı sendir,
taştığı sen.
çölüm,
güneş sensin, serap
kum fırtınaları sen.
yağmur boşanır ikindi vakti
bir saçak altı bulamamış
yüzüm, ben, sen yağmur
sen yağmur ol düş
çöle, sen yağmur ol düş bahara
yeşillensin yeniden kuru dallar
yağmur ol düş sen,
bulanık sular durulsun
gidedursun göz gözeyken
tenden canım.
kalbim dalda kuru yaprak,
rüzgar senden eser.
savrulurum,
düşerim bir bulanık suya
suyun aktığı sendir,
taştığı sen.
çölüm,
güneş sensin, serap
kum fırtınaları sen.
yağmur boşanır ikindi vakti
bir saçak altı bulamamış
yüzüm, ben, sen yağmur
sen yağmur ol düş
çöle, sen yağmur ol düş bahara
yeşillensin yeniden kuru dallar
yağmur ol düş sen,
bulanık sular durulsun
gidedursun göz gözeyken
tenden canım.
20 Mart 2015 Cuma
Sonsuz Kapanış
ecel oyununda kırılan bardak
sesler kopar gelir de akşamdan
kırgınlık gecedendir, yârdan değil
üstüne kapanmış onca karanlık
kederdir an, kederdir anı
her hatıra gelişte gecede.
gece bekçi gibi arşınlar
aklın dehlizlerini.
orada gün ışığına çıkmayan
kaç öpüş kaldı, kuruyup çatlamasın
bir tılsım gibi kalsın dudaklarda
tılsımı anahtar
kalbimi içeriden kilitleyen
ve geniş sofralarda neşeli şölenleri
tik tak tik tak bölen saat
sokağın birinde vurulmuş bir anı
gibi kalır akılda, akla vurulmuş bir anı.
yüzün yağmurlu bir geceydi
aklımın karşısında ve kıpırtısız
ölmüştü çoktan gözlerim, gözlerin ölmüştü
aklımda gözlerin kaldı, ecel gibi gözlerin
ecel gibiydi gözlerin, ağzımdan tek kelime
çıkamadan dondu kaldı, eşya söndü kaldı
su ver artık yaralarıma, yüzün bir tuzlu sudur
içsem kanarım, içmesem yanarım.
aklımdan çıkacak gibi değil bakış
bakış bir kuştur, alıp kafese koyduğum
bana bakıp, beni yakıp benim olmayan bakış
sevdanın hangi dilidir konuşulan bu
anlamadan baktığım.
kasım akşamı, ecel saatleri, son bakış
son duyuş, son susuş, son susayış
ecel oyununda kırılan kalp
kalbime kezzap atan gözlerin
sahi hesabı hangimiz ödeyecek,
yevm gününde, sonsuz kapanış..
15 Mart 2015 Pazar
Erguvanlar Geçiyor Ömrümden
erguvanlar geçiyor ömrümden
gülün masal anlatılacak yaşı geçince
suyun deldiği taş gibi yüzümde
körlerin taş sektirmesi suyun üstünde
erguvanlar geçiyor ömrümden
baştan başa erguvanlar
bana mecnûn'u anlat, sana acılar dereyim
hayret, kapı arkasında asılı kalsın
hayret, erguvanlar geçiyor aklımdan!
bir gölün denizle birleştiği yerden
aklımın ucu açılıyor bir mağaraya
yarasa sürüleri kamaştırıyor ruhumu
zamanın hendeğinden atlayamayan aklım
bu son inatçı takımı ayaklarımın
bir sondan geriye bakışlar kaldı
geriye kaldı saat, akrep sekiyor
yelkovan topal
ve aklımdan erguvanlar geçiyor
çifter çifter sana düğüm
bilirim bu renk ruhuma
yakışan en hint kumaştır.
aklımdan..
10 Mart 2015 Salı
Sürmeli Çukuru
yeni hüzünler giydim ayağıma
bakışlarım yerdedir bu yüzden
sabahın derin bir vaktinde
mavi kumaşı gerdim göğe
sığdıramadığım
mutluluk, odalar almayınca
muska diye yüreğime astım onu
deniz hasreti çekilen bir yerde
on bir ay kaldım,
mor dağlar
deniz oldu gözüme.
gölge oyunları oynardık orada
susuzluğumuzu karla giderirdik
ona bir de hasreti ekledik,
dudaklarımız çatlayıncaya kadar..
bakışımızdan yakalanan kuşlarla
saklambaç oynadık, sular bulandı
saatler birer tufandı kışın..
dört tarafı dağ sarmış, bu çukurda
dört mevsim kaldım, hepsi güz..
sürmeli çukuru, seninle nicedir
tanışığız ve acımızdan başka,
heybemizde biraz yalnızlık, biraz vakit
biraz oyalanma..
6 Mart 2015 Cuma
Sabahçı Kuş
gökyüzü gündelik telaşlardan
bulutları geçiriyor aklından.
martılar çıkmazında sevimli geliyor karga, saçları siyah..
çiçeklerin kırmızı, mavi ya da sarı sıfatlarına göre
değişiyor hava durumu, değişiyor elbise
bir kadın, sancısını gizleyip 'ana' ismini
cümlede kullanıyor, özne örtünmeli
buğday başakta gün sarısı emmekte
karınca güneşe dönmüş karnını
bu yıl da, diyor, gitmesem çok uzaklara
aşkın çam kozalaklarının içinde
meyve aranıyor, kaskatıdır ağız.
ecza bul bana, bağrımdaki güneş yanığı
perde ardından bakan kör geçmiş.
saat, bir adım öne çıkarsa sabahtan
adımın önüne akrep gelecek
kuş dilini kuşlar anlamaz der annem
biz sarışınca susarız,
dilsizlik şeytandandır çünkü.
ekmeği yerden alıp üç kere öper gibi
öptüm senin de sabahçı saçlarını.
2 Mart 2015 Pazartesi
Bekletmen
kuşların uçusundan yıpranan gökyüzü
mavi kanını sulandıran rüzgardan
hesap sormaya gidecek, çağırın mirahur'u
aşkın sağnağına uzat başını, gözlerin kesik
bekleme artık saçak altı
çünkü dinmeyecek bu kaçıncı ikindi.
kuşların kanatlarından taşındı hece
söze vurulacak kadar emsal
teşkil eden geceden geçtim
beni görmedi müezzin, müderris
diz çöktürdü rahle önünde
bu aşkın ilmini hıfzettik
mecnun parmak ısırdı, ferhat
bir koca dağ gibi büyüyor
şirinin saçlarında.
karşıdan görünen dağ, yanına varınca
dere yataklarına düşüyor bütün sevmeler
yazıhane kapılarında bekleyen aracılar
da düşüyor dere yataklarına
sözü bekletme, saçaktan çıkar başını
şemsiyeni kapa, yağmur düşerse
beklerim seni, incindiğin yerde.
hayâl senin yüzünü geri verecek
gün bir kez daha ölümsüzlüğü sulayacak
akşamın denizinde.
içtikçe yanan kandiller, ışığı titrek
zamanın ayrık otu kandiller
damarlarımı besleyecek.
koşuma vuruldum, kılıç çalmak için
üstümdeki gökyüzü giyindi sırmalı kaftanını
çıkar tüm teni, beni çıkar üzerinden
gökyüzü değil yazgı, bir koca bekletmen
24 Şubat 2015 Salı
Rövanşta Reklam Arası
rövanşta reklam arası sahne terk edilmiş
dekor değiştiriyor dünya ve sen giriyorsun
ah çağdaş ölümlerin kaderinde
etimolojik hüzünler baş gösteriyor.
döpiyes, vatka ve pudradan
hamurlar pişiriliyor kukumav fırınlarda
dışta tutulan mandallar diyordun
tarihin kelime oyunudur; lugât taşımaz vandallar.
aya merdiven dayansa da bir meteor
köle pazarından, mısır saraylarına
taşınmıştır çoktan ve astronomi
zindanın parmaklıkları olmuştur
firavunun rüyâsında.
kaleme kağıda gerek yok,
ormanda bir ceylan vurdum
son okumdu oysa uygun adım yürüyüş
okuduğum kitabın, içindekiler bölümünde
tertip edilmiş bir toy;
çünkü korku ve ümit: öz ve üvey
kardeşleridir hayatın.
baba olmak yakışık almaz diyordun
sahneye çıkarken
suflör yataklarda aradın merhameti
körlük değil elbette, gündüzün aşermesi
gecenin, cübbesini çıkarıp, sakalını traş etmesi
birden savrulur gibi aklıma bir gürz
tanıdık yerlerinden öpüyorum seni..
22 Şubat 2015 Pazar
Fotoğraf
fotoğraf.
siyah, beyaz ve kırılgan
gözlerinden gemiler kalkan
ve uzaklara açılan gözlerinden
bilinmez limanların çağrısı okunuyor
saçlar var fotoğrafta.
siyah, simsiyah saçlar.
yanaklarına dökülüyor, yüzüne dökülüyor
saçlar hep olduğu yerde duruyor.
gece gibi simsiyah ve odamda hep.
ama kitabın sayfalarının arasında da
bu saçlardan var:
kitapta hazine var..
...
...
Kendisi İçin Herkes
hakikat usulca uzaklaştı yanımızdan
ey gözlerine hüzün çekmiş kader
efkârlı akşamların da rayihası var şimdi,
akşamların yok oluşları
hepimizin üzerinde azar azar.
azar azar gidenlerden olduk, azar azar eksilenlerden
her giden kendi ellerini de götürdü beraberinde
anılar kaldı senin sırtında, boynunda günahımız.
ama işte sen yine karşımdasın,
ve dilinde o büyülü söz:
kendisi için herkes.
19 Şubat 2015 Perşembe
Kalbin Kudüs'ü
kafesteki serçeyim
kalbim Kudüs kadar geniş
çocuk ve anne düşlerinde
geçer günler, geçer gece
dünyanın merak içinde döndüğü
yazların üşüdüğü, kışların kavrulduğu
sokaklardan geçen düş tacirleri
gibi karartılmış cam arkalarında
saklandı hayatım.
bir mabed yapıldı, aşkın kanıyla
orada gece 'rahman ve rahim'
çeşmelerin yol kenarlarında
susaması da bu yüzdendir işte
yolcuların hep susması da..
kafesteki serçeyim ve Kudüs
beni çağırmakta her gece rüyasında
danteladan örülmüş bir rüya
çelikten yapılmış kafeslere
galebedir, ve kalbim
büyür Kudüs kadar, büyür Süleyman mülkünde..
Kaydol:
Yorumlar (Atom)