28 Kasım 2015 Cumartesi
Nasılsan Öyleyim
adınla başladım geceye gül kanatan
daha çok da bir yolcuydu gece ve adın
giderse nereye gider
baştan alalım hayır bu bir prova değil
leylâ görmez mi geceden sabaha
kuşların konduğunu.
yollar boyunca çok düş gördüm
saklandım büyük bir ormanda
gece beni emziren anaydı sen gidince
onun dizinde çok yaşlar döktüm
temizlensin diye adım.
güllerin dökülüyor şimdi kitap aralarından
unuttumdu çoktan saçının tellerini
parmaklarımın arasından çıkan
camdan akseden kızıllıklarda görürdüm
hüznüme müştak yüzünü.
topraktan vücut bulan ne varsa toprakla
karıştırdım çoktan kıyama durdun
kıyama durdun kendi kıyametinin önünde
önünde duvarlar duru ve dalgasız
sesler duydun orda, unutulmuştu çoktan.
bu şehri yaşatan nedir, nergis mi
çay ocaklarından mı geçer şehrin
hüzün ve tütün kokan parmakları
derine indikçe odalardan taşan
aynaya sığınan kiloş eteğin
gülüşünü bağışlar kusan musluklara.
oynama kalbimin geceye koşan damarıyla
ol damardan çokça hüzün emdim, üstelik
deneme kabininin askılığında öylece bırakılan
satın alınmamış eşya benim kalbim.
ve sonra yine sen geldin, şehre birden bire
yürünen yollar şiir olup aktı köprünün altından
köprünün altından çok izmarit aktı
banklarda şöyle bir soluklanmak için
oysa bir kadın ter içinde de sevilir.
bakmaz olur mu hiç tabanı delinmiş gemi
olmaz olanı oldurana ve ol deyip oldurana
hızır bildim seni bak su alıyor sözlerim
tıflîyim gözlerinde, ellerinde ince bir hece.
kanayan gözlerle bakma bana annem beni
akıllı bilir, dudaklarından düşürmeden hiç
çok kötü düştümdü oysa sarışın bir dudaktan
yağmur yağdı düşüme
aklım kanadı biraz, onu da gömdüler geçti.
nasılsan öyleyim geceye kanayan güllerle
bir yolcu giderse en çok, nereye gider ki..
(nöbette vukuat yoktur!)
21 Kasım 2015 Cumartesi
Meryem Hali
anne olduğun gün affettim seni
ellerinde ölmüştü çünkü yüzüm
bir başka yüze döktüğüm dillerden
sabahsız kuşların öğüdüne karışan
yaralar peyda edivermişti bir akşam
koşularda unuttuğum güneş
yakasında kara bulutlarla
üstüme eğilince, hasmım neşe
ve dostum sabır
ve yarınım hüznün ellerinden tutup
seni öptüğüm yere beton döktü
bütün iğde ağaçlarından intikam,
nöbetler alınacak, kitapları da hatta
yakılacak ve kayıtları silinecek
yeryüzü iğde ağaçlarının.
anne olduğun gün affettim seni
kale burçlarında görünsün diye bana
deniz üzerinden gelen rüzgarlara
bıraktığın saçların okşadı hüznümü
gözlerinde görüş mesafesi kadar
bile ben yoktum.
dudaklarının ol kıvrımlarında coğrafya
ve tarih bilimlerini yargıladım
kınadığım başka sevinçler de
eksitlmedi sende batan güneşi
anne olduğun gün affettim seni
iğde ağaçlarından neşet eden çocukları
kamusal alanlarda görünmeye başlayalı
gidemez olduk toplu cenazelere
topluluklarımdan uyluklarıma kadar
seferberlik ilan eden sendin
üç şehirden ettin beni
yeniden çizdiğim haritaları
kör bir dilinciyle beraber
sağır sultanların odalarına astım
-duvar halısı çoktan kalktı yürürlükten-
düğünlerde kimsenin can sıktığı yok
çevre yollarından hüznüme dolandığım
tünelinde gözünüzün karardığı
uhde diyelim istersen bu şehre
anne olduğun şehri de affettim..
Kasım Gökyüzü
ölü yüzleri öptüm, soğuk yanakları
aklımda asılı kalan bedenler
sehpalar üzerinden ayakları çarpılmış
cesetlere ki
kendi kanında boğulan şehirleri
kirası başkaları tarafından verilmiş
cümleleri öptüm.
içimde gittikçe uzayan
ve hiç eksilmeyen
yollar bilirim ki nice aşkları
kılıç artığı hesabına yazan.
üstümden eksik olmazdı sağolsun
biraz gökyüzü, biraz hüzün
bir anda nasıl göçtü
şaşkınlığına hangi ağaç parmak ısırsın.
akşamın şeker gibi çayda erimesi
güneş denize atılmış bir küp şeker
sen, çayı şekersiz içersin bilirim
ve kışları biraz ıhlamur kokar tenin
kuşluk vakti sokağın başında
sisler dağılmadan daha
kapıp getirdin aylaklığımı
saatleri bir eskiciye verdin
çünkü saatler eskimiş vakitlere ayarlı.
telaşından bahaneler türeten cümle
olayım da bir kitaptan okur gibi
içinden bir çok kez tekrarla beni
ve gökyüzüne bırak içinde tuttuğun nefesini.
yalın kat gümüşler giyinsem
kahkahan, duvarda patlayan top mermisi
ve örse vuran çekiç sesinden
artırarak biriktirdiğin
bir içlenme olsun yine de.
çay gibi zaman da soğur
kaynaya kaynaya soğur zaman
gökyüzünde taze bir buhar olur
içinden geçtikçe demirden kuşlar
uçuyor göğsüme kasım gökyüzü
düşüyor, düşüyor, düşüyor
aklımdan binbir homurtu..
17 Kasım 2015 Salı
Koşarak Uzaklaştı
(Doğu'da Bir Kent Akşamında, Vazife Mağlülü Gül veya Sarı Kantaron Devriyesinin Zabıt Defteri)
yağmur yağıyor
yürüyerek ve koşarak yağıyor
öç alırcasına yağıyor topraktan
ve çay bahçelerini döllüyor yağmur.
aklını çeler yağmur, gün batımsız bir derenin
direniş ta derinlerde kara taşların
ve balıkçı yaka kazakların içinde.
sindirilmiş umutlarla susuyor korku.
yağmur yağmadığı zamanlar, hüznüm
rengi solmuş güller gibidir
bulantısını ödünç aldığım sara da
pencereden yola bakmaktadır.
tıpırtısı pencerelerde, en gür sesi pencerelerde
akşamın ve bekaretin tedirginliğinden
devletin ölüm senetlerine bir damla düşer
kör olur, bakkalların önünde tavla oynayan halk
sihirden medet uman şarkılar söyleyen
başka yağmurlar da bilirim
yüreğimin içinden diş çıkaran.
denizin üstünden gelirse yağmur
ıslanmış sigaralar parmaklarımdan
bankalara bireysel krediler ödeyen ellerimden
usulca dökülüverecektir, kağıdın böğrüne ya da sarı kantaron
ahkamın umuma açık kesimlerinden
hediyelik ve göstermelik yağmur dilenilecek.
karşımda ne güzeldin yağmur da karşındaydı
böyle bir yağmurda, evinin sokağında
çay ocağına oturmuş ve yüreğimde hüzünler demleyerek
sana, heceleyen gözlerle bakmıştım
keşke yanımda biraz barut olsaydın.
yağmur yağıyor günlerdir
yürüyerek yağıyor, koşarak bazen
bense en sevdiğim yağmurluğum
ve ıslatmaktan korktuğum kitaplarımla
sana veda anlamında bugün
yeni bulutlar örüyorum
öç alırcasına örüyorum..
14 Kasım 2015 Cumartesi
Adam Susmuş Ellerinde Yağmur Biriktirerek
adam.
cuma akşamlarında ve pazartesi sabahlarında
karşı duran ve imkansız kılınan başaklar için
ellerini ceplerine gizleyerek yağmurlu caddelerde
şarkıların dillerde parlayıp sönmesi gibi
mesafeler gitmiş, tüketmiş tüm gerçeği.
gerçeğin beşiğinde sallanan rüyâ
renklerin bulvarını geçerek
caddeleri boydan boya kuş mezarlığı
metruk evlerden neşe çalarak
göğsünde takındığı muşta
ve elinde mıknatıssız pusula
bir adam geçti.
az önceydi, yağmurluydu elleri,
ellerini ceplerini gizlemiş
dudaklarını kanatmış günlerdir ısırmaktan
günlerdir kördüğüm odalardan çıkmayan
hayallere saklanmış.
bir adam. belki de kaybolan
ellerinde yağmur biriktirerek..
5 Kasım 2015 Perşembe
Kısa Kestirdiğim Çan
hayat alarmını çalıyor
beş dakika daha erteliyorum
yaşamı.
vicdanın aynasıdır anne
orada ellerini boşluğa kaldırmış
beyaz tülbentinden gözyaşı damlatarak
nice volkanları söndürür anne
askıda bir başka vicdan hazırdadır
küllenmiş ateşe kor yetiştirmeye
çile iki heceli uzun bir yoldur
konak ve menzil hanlarının
bilindik yolculardan oluşan
gürültüsü taşar yoldan
savrulur gece.
hikaye gelir her düş
gerçek düşkündür hayale
her hayal bir hayat denemesi
sonsuz seçenekten en kestirme
kestirme yollar çoğu kez
iş açtı ve çatı göçtü
yolların birden çok oluşuyla.
neden bunca yol var önümde
göğsümde tek bir sokak varken
sözcükler bilinmediği için değil
yürek yetmediği için
kurulamaz cümle.
ve sen bana konuş dersin
karşımda bir ülke ağlıyor
göğsümde bir başka dünya
taşıyor-umdur.
hammal ve hamile yakın akrabadır
biri dünyayı taşır, biri dünyaları
söz söz odalar tutalım gerek
çıkmak için tv dizilerine.
ey kamçısı maskara olan soyluluk
ve girişi olmayan şehirler
önünden geçerken körlüğe
bir dipsiz öpücük düşer
ensenden çocukluk taşar
sigarayı eriten kendi parmakların
gerçeğin hayale yedirdiği ağu
hayalin gerçeğe çaldığı bal
beş dakika daha erteleme beni
derdi verdin madem,
dermanı benden çal..
Kaydol:
Yorumlar (Atom)