XVI. ASIR DİVAN EDEBİYATINDA GEMİCİ DİLİYLE
YAZILMIŞ ŞİİR ÖRNEKLERİ/
ÂGEHÎ’NİN KASİDE-İ KEŞTÎ’Sİ VE TAHMİSLERİ-
YETÎM’İN MURABBA’I
UFUK KÜSDÜL
SAMSUN 2011
ÖNSÖZ
Divân edebiyatı altı
yüzyılı aşan ömrü süresince sayısız şair yetiştirmiş ve bu şairler sayısız eser
kaleme almışlardır. Lisan da bu eserler vasıtası ile sürekli gelişmiş ve
zenginleşmiştir. Dilin kültür hayatında her zaman önemli bir yeri olmuştur.
Çünkü sınırlı bir dil ile geniş kültürlerin yaratılması imkânsızdır. Büyük kültürler her şeyden önce büyük ve zengin bir
dile muhtaçtır. İşte bunu başarmış ve büyük bir kültür meydana getirmiş olan
Divân edebiyatı, bugün ne yazık ki bu yönünden dolayı menfî eleştirilere hedef
olmuştur. “Yüksek zümre edebiyatı, havas
edebiyatı, hayattan kopuk, gerçek dışı soyut bir edebiyat…” gibi
nitelemelere maruz kalmıştır.
Bunlar, geçmişin ve bugünün
birtakım bilinçli ya da bilinçsizce yapılan eleştirileridir. Kolaya kaçan, işin
içinden “anlaşılmıyor, düşünceler soyut, gerçek dışı” diye çıkmaya çalışan
kimselerin ortaya atmış olduğu düşüncelerdir. Ancak incelememizde ve diğer pek
çok Divân edebiyatı şairlerimizde gördüğümüz gibi şair anlattıklarını daima elle
tutulur hale getirmeye çalışmıştır. Bir örnek vermek gerekirse; aşkı gemiye
benzetmiş, soyut olan aşk kavramını gemi imgesi ile elle tutulur hale
getirmiştir. Bunları görmeden, bilmeden ve okumadan bu edebiyat için soyut bir
edebiyat demek ancak safdillik olur. Bizim de çalışmamızın çıkış noktası klasik
şiirimizin soyut imgeler karşısındaki bu tasarrufunu ortaya koymaktır. Günümüz
okurları ile arasında biraz da olsa bağ kurmaya çalışmak ve Divân edebiyatımız
hakkındaki bu aleyhte yorumları bir nebze de olsa kırmaya çalışmaktır.
Divan şiirimizde edebî,
dinî, tasavvufî konuların dışında tıp, musiki, kimya, okçuluk, gemicilik… gibi
dalların terimlerinin kullanıldığı şiirler de vardır. Bu çalışmamızda XVI. asır
şairlerinden Âgehî’nin gemici diliyle yazmış olduğu kaside merkezi teşkil
etmektedir. Öncelikle kasidede geçen denizcilik terimleri tespit edilmiş,
ardından bu terimlerin anlamları sözlük kısmında verilmiştir. Sonrasında
beyitler günümüz Türkçesine düz cümle şeklinde çevrilerek yaklaşık anlamları
ortaya konulmaya çalışılmıştır. Devamında beyitler üzerine bazı açıklamalarda
bulunulup kasideye yazılmış olan tahmisler eklenmiştir. Bunlardan başka yine
örnek teşkil etmesi bakımından Yetîm’in murabba’ı ve günümüz Türkçesine aktarılmış
hali sunulmuştur. Çalışmamız bir bakıma XVI. asırda gemici diliyle yazılmış
şiirler antolojisi haline gelmiştir.
İncelememizde bizi en çok
zorlayan sözlük kısmı ve beyitlerin günümüz düz yazı diline aktarılması işi
olmuştur. Terimlerin anlamlarını bulmak için bazen beş altı sözlüğe
başvurulmuştur. Buna rağmen bazı terimlerin anlamı bulunamadı. Takdir edileceği
gibi şiiri düz yazı diline çevirme işi de ayrı bir uzmanlığı gerektirir. Biz
yetersiz müktesebatımızla ancak yaklaşık anlamları vermeye çalıştık. Bununla
birlikte eksik olduğumuz, yanlışa düştüğümüz kısımlar mutlaka oldu. Bunun için
de öncelikle Âgehî’den ve Divân edebiyatına gönül veren herkesten özür
diler, mazur görülmeyi bekleriz.
Ortaya konan bu çalışma,
öncelikle konunun tespiti ve sonrasında hazırlanma aşamalarında desteğini
esirgemeyen değerli hocam Dursun Ali TÖKEL’in çabalarının bir ürünüdür. Bu
sebeple hocam, Dursun Ali TÖKEL’e teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca desteğini
ve himmetini esirgemeyen değerli dostum Halit BEKAR’a teşekkür ederim.
Eksikliklerimiz affıyla…
Ufuk KÜSDÜL
SAMSUN-2011
ÂGEHÎ’NİN HAYATI
Asıl
adı Mansur Çelebi’dir. Rumeli’de Vardar Yenicesi'nde doğdu. Doğum tarihi
bilinmemektedir. Medrese öğrenim görüp Hoca Kaynı Mehmed Efendi’den mülazım
oldu. İstanbul ve Gelibolu’da müderrislik yaptı. Haslar kadılığında bulundu. Kadılıktan
emekli iken İstanbul’da 1577 senesinde vefat etti.
Agehi, fazilet, irfan sahibi ve âlimlerin yolunda idi. Zamanındaki akli ve nakli ilimlerde mahir olup,
marifetler deryasının dalgıcı ve benzersiz olduğu gibi, güzel şiirleri ve hoş
sözleri vardır. Âgehî, gençliğinde bir müddet
Piyale Paşa donanmasında bulunduğu için, gemici terimleriyle yazdığı
kasidesiyle dikkati çekmiştir. Bu kaside yalnız san’at bakımından değil,
denizcilik terimleri üzerinde araştırma yapacaklar için çok faydalı bir
kaynaktır. Âgehî bu
kasidesiyle Kanunî Sultân Süleymân’ın
iltifatına nail olmuş ve kendisine İstanbul’da şeref medresesi verilmiştir.
ESERLERİ
Agehi’nin, Fetih-nâme-i Kal’a-i Sigetvar adlı eseri, Kanuni Sultan Süleyman’ın Zigetvar Kalesini
fethini anlatır. Bir de Menakıb-ı İmam-ı Gazali adlı bir eseri daha
vardır. Bir divanda toplanmamış olan şiirleri çeşitli mecmualarda bulunur.
KASİDE-İ KEŞTî-İ AGEHî
1. Çekdürüp firkatanı
bizden ırağ oldun sen
Bahr-ı firkatte niçe furtunalar çektüm ben
2.
Sen yıkarsın
bu yakalarda gönüller şehrin
Dil ü can mülkini yağma edici sensin sen
3. Bâd-i aşkun alavand eyledi sabrum gemisin
İlevend oldu gönül tıflı senün
derdünden
4. Barbariçan
siyeh atlasdan olaldan, cânâ
Gemici neftilerin âşık-ı zâr ettin sen
5. Bahr-ı aşk içre
yürüsem n’ola yelken dorıda
Bir harâmî
bakıcı
yâre esir oldum ben
6.
Seyr eden yüzüni deryâda erişür Hızr’a
Kadre
uğrar seni bir kerre kadırgada
gören
7.
Yâr ağyâr-ile deryâya çıkar seyrâna
Ehl-i dil âşık olan volta urur gen yakadan
8.
Dûd-ı âhum direk oldu, bu zemîn keştî-dür
Bir yeni yelken olup-dur ana gerdûn-i
köhen
9.
Canda suğurya-durur derd ü belâ renc
ü anâ
İstifa oldı gönül mankaları mihnetten
10. Geldi çatdı dil u cân zevrakına bad-ı belâ
Bizi çiğnetmeğe
bu fülk-i felek dutdı dümen
11. Rûzgâr oldı muhâlif, başuma üşdi belâ
Başladı geldi karıntı yine baştan kıçtan
12. Bahr-i aşka
düşeli oldı muhalif çenber
Korkum oldur ki
gele bad-ı belâ yapraktan
13. Eğer oldunsa mahabbet denizinde mellâh
Pusula şevk gerek, harti gam u derd ü mihen
14. Aşk deryâsına saldunsa gönül zevrakını
Bulımazsın bu yakalarda dilâ, sen mesken
15. Rûzgârun karışık oldı, hazer eyle, dilâ
Üstine aldurasın tira mola mayna seren
16. Hûblar forsa koçub sana kenar olmaz ise
Olma anlardan alarga, bir iki gün katlan
17. Bahr-i aşk
içre olan âşıka pend, ey zâhid
Karadan alet onarmak gibi-dür gen yakadan
18. Götür ırgalyayı,
olma paçariz, ey ağyâr
Yâri ben bahr kenarında kenar eyler-iken
19. Ey gönül nice yatursın bu limân-ı tende
Himmetün lengerin al, mevsimi-dür, aç yelken
20. Korsan ol,
hasılı dünyâdan alarga olı-gör
Bu hayırsız adada durma, dila, iso seren
21. Rûzgârun pupa olmaz ise avlamağ-ıla
Yüri deryâ üzerinde bir iki gün oyalan
22. Himmetün göncügin
elden salı-verme zinhar
Keştiy-i sabrunı sakla alavand olmaktan
23. Alamarga-yla
yüri yoğ-ısa yel yelkende
Çünki âşık olımazsın hele bâri yelten
24. Kulzüm-i aşka sefer eylemeğe azm eyle
Rûzgâr oldı, yüri, tenta fora, sök yelken
25. Etmek istersen eger bâğ-ı cinânda manca
Amel ü zühd komanyasını vâfir yüklen
26. Orsa varsan
çıkamazsın, poça gitsen girdâb
Nice kullansan atar karaya bu keşti-i ten
27.Olmadın lenger-i
ten bahr-i fenâya fonda
Pupa âlât-ile can kalyetasını kullan
28.
Ey dirîğâ, bizi gâfil-le zebûn etdi hâvâ
Geldi çatdı demür üstinde yaturken düşmen
29.
Yâ İlahî bizi girdâb-ı havâdan
kurtar
Bize yol ver, varalum bir ilimana erken
30. Kelimatüm dür-i deryâ-yi hakikat anlar
Bahr-i ma`nâda şinâverlik eden ehl-i sühân
31.
Olsa deryâ kumı mikdarı kayurmaz
derdün
Sa`ati var, geçer, ey Âgehi sabr et, katlan*
Fâ’ilâtün
fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün
*Şiirde koyu dizilmiş
kelimeler tamamen Osmanlı gemici diline ait terimlerdir.
Günümüz Türkçesiyle Âgehî’nin Kasidesi
1.
Sen, firkatını çektirip bizden uzaklaştın, gittin; bense ayrılık denizinde nice
fırtınalarla boğuştum (Firkata: kürekle
yürütülen bir çeşit savaş gemisi)
2.
Sen bu taraflarda gönül şehrini yıkmaktasın, gönül ve can şehrini yağmalayan
sensin sen!
3.
Aşkının rüzgârı sabır gemimi alt üst etti, batırdı. Gönül çocuğu senin
derdinden levent oldu. ( Levent:
Osmanlıda denizde ve kıyılarda görev yapan asker sınıfı)
4. Ey
sevgili! Kâftanın siyah atlas kaplı olduğundan gemi yelkencilerini
ağlayıp inleyen âşıklar ettin.
5.
Aşk denizinde yelkenler yukarıda yürürsem ne var? Ben, haramî bakışlı bir sevgiliye esir oldum.
6.
Senin yüzünü bir kere denizde gören Hızır’a ulaşır. Seni kadırgada görenin
değeri artar. (Hızır denizde başı darda
olanların yardımına koşar. Kadırga: hem yelken hem de kürekle yol alan savaş
gemisi)
7.Sevgili
yabancılarla denizde gezintiye çıkınca gönülden âşık olan kişi karşı kıyıdan volta
atar.
8.
Yeryüzü bir gemidir ki; âhımın dumanı direk, eski felek ona
yelken oldu.
9.
Sıkıntıdan gönül mankaları(?) istifa oldu(?) Dert, belâ, sıkıntı ve zahmet ise zaten canda hazırdır.
10.
Belâ rüzgârı gönül ve can kayığına geldi çattı.
Bu felek gemisi de bizi çiğnetmek için üzerimize dümen kırdı.
11.
Rüzgâr ters yönden esmeye başladı, başıma belâlar üşüştü. Yine baştan kıçtan karıntı geldi. (Karıntı: anaforlarda oluşan çevrinti.
Geminin yanından vurarak gemiyi sarsan dalga)
12.
Aşk denizine düştüğümüzden beri felek bize ters. Korkum odur ki belâ bize yelken yaprağından gelecek. ( Yaprak: yelken bezi)
13.
Eğer aşk denizinde gemici olduysan haritanın, gam, dert ve sıkıntı; pusulanın
da şevk olması gerek.
14.
Ey gönül, aşk denizine gönül kayığını saldıysan sen bu kıyılarda oturulacak yer
bulamazsın.
15.
Rüzgârın karışık(geminin başıboş dolaşmasına sebep olan rüzgâr) oldu, gönül sen
bizi koru, tira mola(yelkenlerin bazısını germe bazısını gevşetme) mayna seren
ile üstüne aldır(yelkenleri tira mola manevrası ile rüzgârın estiği yöne
almak).
16.
Güzeller hızla gelip sana kenar olmaz(seni korumazsa) ise onlardan uzaklaşma,
bir iki gün katlan(sabret).
17.
Ey zahit, aşk denizi düşmüş aşığa öğüt vermek karadan alet onarmak gibi
faydasızdır, beyhudedir.
18.
Ey yabancı, ben sevgili ile deniz kenarında gezerken engel olma.
19.
Ey gönül, bu ten limanında niye yatıyorsun(bekliyorsun), himmetinin(çabanın)
demirini al, mevsimidir(zamanıdır) yelken aç.
20.
Korsan ol, kısacası dünyadan uzaklaşıver. Bu hayırsız adada durma gönül, iso
seren(yelkenleri açıp yola çıkmaya hazır hale gelmek için verilen bir komut).
21.
Rüzgârın pupa olmaz ise( yol almanı sağlayacak şekilde esmezse) avlamak
ile(gemiyi kürekle hareket ettirmek), yürü deniz üzerinde bir iki gün
oyalan(bekle).
22.
Himmetinin ipini elinden asla bırakma, sabır gemini alabora(batmaktan) olmaktan
koru.
23.
Yelkenle yol alamazsan alamarga(kürekle yol alan sandal) ile yürü, çünkü âşık
olamasan da en azından çaba göster.
24.
Aşk denizinde sefer eylemeğe çaba göster, rüzgârın uygun(rüzgâr yol almanı
sağlayacak şekilde esmekte) tenta fora sök yelken(yelkenlerin rüzgârın estiği
tarafa çevrilmesi için verilen komut).
25. Cennet bahçelerindeki sofralara oturmayı dilersen iyi ameller işle,
dünyaya itibar etme.
26.
Orsa(yelkenleri elden geldiğince rüzgârın estiği tarafa çevirerek yol almak)
gitsen çıkamazsın, poça gitsen(rüzgârı
kıça yakın almak) girdap,
bu beden gemisini nasıl kullanırsan kullan yine de seni karaya atar.
27.
Beden çapası yokluk denizine fonda(demirlemek için verilen emir) edilmeden,
pupa yelken(tam yolla ilerleyerek) ile can kalyetasını(kürekle yürütülen savaş
gemisi) kullan.
28.
Eyvah(yazık), hava(rüzgâr) bizi habersiz ve aciz yakaladı, demir üstünde
yatarken düşman geldi çattı(canımıza kastetti).
29.
Ya İlahî! Bizi fırtınadan kurtar, bize yol ver, bir limana erkenden sığınalım.
30.
Kelimelerim hakikat denizinin incileridir, onu ancak mana denizinde yüzen söz
ehli(erbabı) anlar.
31.Ey
Âgehî! Deniz kumu kadar derdin olsa da düşünme, sabret, saati
var(elbette bir zaman sonra dertlerin bitecek) katlan.
Metinde Geçen Gemici Diline Ait Terimler Sözlüğü
1.beyit
Çektür- : gemiyi kürekle yürütmek
Çektüri: kürekle hareket eden bir çeşit gemi, sandal
Firkata: kürekle yürütülen bir çeşit savaş gemisi
Bahr: is. Ar. deniz
Furtuna(Fırtına): 1. yağmur veya kasırga getiren çok güçlü rüzgâr. 2. bu rüzgârın denizde veya kum çöllerinde
yarattığı dalgalanma
2.beyit
Yaka: 1. kıyı, kenar, taraf 2. Sahil
3.den. Yelkenlerin kenar ve köşeleri
Yağma: birçok kişinin zor kullanarak ele geçirdikleri malı alıp kaçması, çapul,
talan. 2. tar. Akıncıların düşman
topraklarına yaptıkları baskın, çapul
3.beyit
Alavand: den. Tehlikeli derecede yana eğilmek
(gemi) Tehlikeli derecede yana yatırmak (gemiyi)
İlevend (levent): Osmanlı donanmasında ve kıyılarda görev yapan asker sınıfı.
Bâd: Rüzgâr
4.beyit
Barbariça: Bir giysi veya kumaş cinsi.
Atlas: değerli bir kumaş cinsi
Nefti: yelkenci
5.beyit
Yelken: den. Rüzgâr gücünden yararlanarak geniş bir
yüzey oluşturacak biçimde yan yana dikilen ve teknenin direğine uygun bir
biçimde takılarak onu hareket ettiren kumaş veya şeritlerin tümü
Doru(k): en yüksek yer, doruk
Haramî: kırsız,
haydut, eşkıya
6.beyit
Deryâ: deniz
Kadre uğra-: Değer görmek,
rütbe ve onur kazanmak
Hızr(Hızır)1
Kadırga: den. Hem
yelken hem de kürekle yol alan, özellikle Akdeniz’de kullanılmış savaş
gemisi
7.beyit
Seyrân: gezme, gezinme, seyrân etmek (veya eylemek) gezmek, gezinmek,
dolaşmak, seyrâna çıkmak
gezmeye, gezintiye çıkmak
Volta (v)ur-: rüzgâra karşı gidebilmek için sağa sola
zikzak yapmak (gemi)
Gen Yaka: kıyı boyu, ˂uzaktan˃ da olabilir. Bu mâna bu beyite ve
diğer beyitlere de uygun düşmektedir.2
8.beyit
Direk:
1.
ağaçtan veya demirden yapılan uzun ve kalın destek 2. den. yelkenli gemilerde yelken bezinin çekildiği gönder
Keştî: Gemi
Gerdûn: felek, dünya, semâ
Köhen: eski, yıpranmış, modası geçmiş 2. mec. Dünya
9.beyit
Suğurya:
hazır, tamam, dolu
İstifa: (istif) {İtalyanca stiva’dan} bu kelimeyi
sözlükler kaydetmiyor.
Manka: Savaş gemilerinde deniz erlerinin yattığı
koğuş. Kürekçi oturağı
10.beyit
Bâd:
Rüzgâr
Zevrâk: kayık, sandal
Fülk: 1. gemi 2. sandal, kayık
Dümen:
Hava ve deniz taşıtlarında, taşıta istenilen
yönü vermeye ve belirli bir doğrultuda götürmeye yarayan hareketli parça.
Dümen
dut-: Geminin ya da teknenin gideceği yolu
gözleyerek dümeni yönetmek
11.
beyit
Muhalif
rüzgâr: geminin rastgele, başıboş ve
kontrolsüz dolaşmasına neden olur.
Baş: geminin ön tarafı
Kıç: geminin arka tarafı
Karıntı: 1.akıntıların anafor sularına karışmasından
oluşan çevrinti 2.geminin yan tarafından vurarak gemiyi sarsan dalga
12.
beyit
Muhalif
çenber: hava hareketinden dolayı suda oluşan
çevrinti, girdap
Yaprak: 18 pustan 2 kademe genişliğindeki yelken bezi
Bad: rüzgâr, fırtına
13.
beyit
Mellâh: gemici, kaptan
Pusula:
üzerinde kuzey- güney doğrultusunu
gösteren bir mıknatıs iğnesi bulunan ve yön tespitinde kullanılan kadranlı araç
Harti(Harita): bir yerin coğrafî durumunu gösteren çizgiler
14.
beyit
Sal:
birçok kalın direk yan yana bağlanarak
yapılan düz ve korkuluksuz su taşıtı
Zevrak:
kayık, sandal
Mesken: den.
Gemicilerin konakladığı yer, barınak
15.
beyit
Karışık
rüzgâr: yelkenlere ters esen rüzgâr
Tira
mola: geminin rüzgâr altına veya üstüne
dönmesi için yelkenlerin bazısını gevşetme bazısını germe işlemi
Üstine
aldurmak: tira mola manevrasıyla yelkenleri
rüzgâr üstüne aldırmak
Mayna:
herhangi bir şeyi halat veya palanga aracılığı ile ağır ağır indirmek
Seren: direkler üzerinde yelken açmak için yatay
olarak bağlanan gönder
Mayna
seren: yelkenleri açmak için verilen komut
16.
beyit
Forsa: kuvvetle, hızla
Kenar: kıyı, yaka, sahil
Alarga: açıkta, açıkta beklemek
17.
beyit
Karadan
alet onarmak: sözlüklerin
kaydetmediği bu tabirin anlamı beyitten de hareketle “beyhude veya gülünç,
faydasız bir iş, hareket” ifade ediyor olabilir.
Gen
yaka: kıyı boyunca
Bahr: deniz
18.
beyit
Irgalya: bu kelimenin anlamını taradığımız sözlüklerde
bulamadık.
Paçariz: engel (Rumca ve Venedik lehçesindeki impazzare fiilinden)
Kenar
eyle-:
19.
beyit
Liman: gemilerin barınmalarına, yük alıp
boşaltmalarına, yolcu indirip bindirmelerine yarayan doğal veya yapay sığınak
Lenger: gemi bekleme durumuna geçtiğinde denize
atılan çapa
Lenger
almak/demir almak: geminin yola
çıkmak için çapasını denizden alması
Yelken
açmak: yola çıkmak için harekete geçmek
Mevsim: herhangi bir şeyin etkinlik dönemi, Örn: turizm mevsimi (Kelimenin bu beyite
en yakın anlamıdır. Şair burada denize açılma, yelken açma döneminin geldiğini
işaret ediyor.)
20.
beyit
Korsan: denizde baskın, yağma yapan deniz
haydudu(Burada tecrübeli denizci manası da vardır.)
Alarga
olmak: uzaklaşmak, açıktan geçmek, kıyıdan
uzaklaşmak, yanından ayrılmak
İso
seren: Yelkenleri açarak geminin yola çıkmaya
hazır hale getirilmesi için verilen bir komut
21.
beyit
Pupa: geminin arka tarafı, kıç
Pupa
rüzgâr/pupa yelken: yelkenlerin
rüzgârı arkadan alarak şişmesi ve tam yolla ilerlemesi
Avlamağ:
?
22.
beyit
Göncük:
kayıklarda yelken hazinesini germeğe
bağladıkları iplerin merbut olduğu deri
Alavand
olmak: geminin alabora olup batması
23.beyit
Alamarga: yedeğe alıp çekmek
Yelken: geminin rüzgâr gücüyle hareket etmesini
sağlayan bez
24.
beyit
Kulzüm: deniz
Sefer
eylemek: yolculuğa çıkmak
Tenta
fora:
Yelken sökmek:
25.
beyit
Manca: yemek
Komanya/kumanya:
yolculuk için hazırlanan yiyecek, yol
azığı
26.
beyit
Orsa
varmak/gitmek: yelkenleri elden
geldiği kadar rüzgârın estiği tarafa yaklaştırarak seyretmek, yol almak
Poça: geminin sağ yanı, sancak tarafı
Poça
gitmek: gemiyi sağa döndürüp rüzgârı kıça
yakın almak
27.
beyit
Lenger: gemi durduğunda denize atılan çapa
Fonda: demirlemek için verilen komut
Pupa
âlât: pupa yelken (bkz. Beyit 21)
Kalyeta: kürekle yürütülen bir çeşit savaş gemisi
28.
beyit
Hava: bu beyitte esinti, fırtına anlamında
Demir
üstünde yatmak: çapayı atmak
suretiyle denizde beklemek
29.
beyit
Girdâb-ı
hava: fırtına, kasırga
Liman: bkz. Beyit 19
30.
beyit
Şinâver: suda yüzen, kaptan, gemici
31.
beyit
Kum: Bu kelime bugünkü anlamından başka büyük
dalga anlamına da gelirdi.
Bunlardan başka tahsimlerde de birtakım farklı
terimler bulunmaktadır. Molla Mehmed’in tahmisinde bulunan terimler şu
şekildedir:
1a. Kıble
yeli: güneyden esen rüzgâr
4a.
Andire Dorya: Cenevizli
amiral ve devlet adamı Andrea Doria
5c.
Palamar: gemiyi bağlamaya yarayan kalın halat
Baştarda: kürekle yürütülen bir çeşit savaş gemisi
6b. Musa’yı irşat eden Hızır için bkz. Kur’an-ı
Kerîm, Kehf Sûresi, Âyet 71-79
11a. Sulanmak:
su almak
11c. Kerte:
gemi pusulasındaki bölmelerde otuz iki kısımdan biri
12a. Abli:
gemi halatlarından birinin adı
12b.
Boş: gevşek
Doldurmak: bir halatın boşunu almak, onu germek
15a. Zifoz:
kasırga
17b. Körfüz:
körfez
18a. Kandiliça:
serenleri yerlerine kaldırmakta kullanılan donanımlar
18b.Bilaşkerme:
bir çeşit filika
19c. Üsküfe:
bir çeşit ufak filika
22b.
Komena: demirin bağlandığı kalın halat
Baba: halatın takıldığı dikme
25b. Kanca:
gemi donanımında yer yer kullanılan çengel; buradaki anlamı filikaları
iskeleden açmak için ve istenilen yere yanaştırmak için kullanılan gönderli
filika kancası
İkinci tahmisimiz olan Zacfî’nin
şiirindeki farklı terimler de şu şekildedir:
20a.
Soylamak: izini takip etmek
28b. Yortmak: koşmak
1
Bu konuda açıklama Metin Üzerine İzahlar kısmında verilmiştir.
2 bkz.
Andreas Tietze, XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili, Türkiyat Mecmuası,
İstanbul, 1951, S.9, s.113-138
Âgehî’nin Kasidesi Üzerine Bazı Açıklamalar
Birinci beyitte şair
sevgilisine seslenerek şiirine başlıyor. Sevgili, kayığını çektirip uzaklaşınca
âşık da ayrılık denizinde birçok belalarla boğuşmuş. Beyitte söz oyunları da
dikkat çekmektedir. 1a. Firkata ile 1b. Firkat(ayrılık) kelimeleri arasında bunu görmek mümkündür.
İkinci beyitte sevgili
sahil şehrine baskın yapan korsanlara benzetiliyor. Sevgili, gönül şehrini
yıkan, gönül ve can ülkelerini yağmalayan biri olarak tasvir ediliyor.
Üçüncü beyitte şair kendi
halinden söz etmektedir. Aşk rüzgârı sabır gemisini alt üst etmiş,
batırmıştır. Bir çocuğa, daha doğrusu tecrübesiz birine benzetilen gönül, aşk
derdinden levent(denizde görev yapan
asker sınıfı) olmuş. Böylelikle sevgilinin ona önem vermesini dilediğini
söylemek mümkündür. Bu beyitte dikkat çeken şairin içinde olduğu durumu
gemiciliğe ait terim ve kelimelerle somutlanmasıdır. Örneğin aşkı rüzgârla,
sabrı da gemiyle somutlayan şair böylelikle içinde bulunduğu durumu daha da
elle tutulur bir hale getirmektedir. Yine burada da söz oyunları dikkat
çekicidir. 3a. alavant ve 3b. ilevent kelimeleriyle. Ayrıca levent
kelimesi vezin gereği ilevent
şeklinde söylenmiştir. Ancak bu söyleyiş biçimi bugün Anadolu’da, özellikle
Rumeli ağzında hâlâ bazı kelimelerin söylenişinde kullanılan yaygın bir
biçimdir.
Dördüncü beyit sevgilinin
erişilmezliği ve değerini dile getirir. Sevgilinin elbisesi siyah atlas gibi
değerli bir kumaştan olduğu için âşık bu ihtişam karşısında ağlayıp
inlemektedir. Çünkü sevgili gemi yelkencilerine göre çok değerli bir elbise
giymektedir. Bu da onun ihtişamını ve erişilmezliğini artırmıştır.
Beşince beyitte âşık
kendi durumundan söz eder. Aşk, deniz kelimesi ile sevgilinin bakışları da
haramî kelimesiyle somutlanmıştır. Haramî ya da korsan denizdekilerin korkulu rüyasıdır.
Çünkü mallara zorla el koyarlar. Sevgilinin bakışları da haramîye benzetilerek
âşığın gönlüne el koyduğu anlaşılmaktadır. Aşk denizine açılan âşık diğer
haramîlerden korkmadığını söyler. O zaten haramî bakışlı bir sevgiliye gönlünü
kaptırmıştır.
Altıncı beyit sevgiliye
hitap eder. Onun erişilmezliği ve ne kadar değerli olduğu burada bir kere daha
hatırlatılmıştır. Sevgili o kadar değerlidir ki onu bir kere kadırgada (bir tür savaş gemisi) görenin değeri
artar. Yüzünü gören Hızır’a erişmiş gibi olur. Hızır kelimesi çağrışımı
itibarıyla önemlidir. Çünkü denizdekileri koruyanın Hızır olduğuna inanılar.
Gemi ve Hızır ilişkisi Kur’ân-ı Kerîm’de Kehf sûresinde geçen Hz. Mûsa ve Hızır
a.s’ın yolculukları dolayısıyladır: “…
Gemiye bindikleri zaman Hızır, gemiyi (bir balta ile delip) yaraladı. Mûsa ona
şöyle dedi: “Geminin içindekileri boğasın diye mi onu deldin. Doğrusu çok büyük
bir iş yaptın!” … “Hızır şöyle dedi…” “… Gemiye gelince, o denizde çalışan bir
takım yoksullarındı. Ben o gemiyi kusurlu yapmak istedim. Çünkü arkalarında her
sağlam gemiyi zorla alan bir hükümdar
vardı.”1 Hızır gemiye zarar verir gibi görünürken
aslında onu sahipleri için korumuştur. Bir rivayete göre de Hızır’ın Kadir
gecesi doğduğu söylenir. Burada şair ikinci mısrada kadre uğra- kelimesiyle bu rivayete atıfta bulunur. Ayrıca kültür
ve edebiyatımızda çeşitli yönlerden Hızır’la ilgili zengin bir kült meydana
gelmiştir.2
Yedinci beyitte sahneye
başkaları yani âşığın rakipleri çıkar. Sevgili başkalarıyla denize gezinmeye
çıkınca gönülden ona âşık olan kişi de karşı kıyıdan volta atar. Yani bir aşağı
bir yukarı dolaşır durur. Burada sevgiliye biraz da sitemde bulunuyor şair.
Çünkü sevgili onunla değil de yabancılarla yani rakiplerle denizde gezintiye
çıkıyor. Âşık bu durumu kabullenemiyor.
Sekizinci beyitte, bir
önceki beyitteki durum karşısında şair kendi halini tasvir ediyor. Burada
içinde bulunduğu ruh halini anlatmak için yine çeşitli somutlanmalara
başvuruyor. Âhının dumanını yelken direği ile yeryüzünü de bu yelkenin gemisi
olarak somutlandırıyor. Tabi bu benzetmeyi yaparken âh kelimesinin eski yazıyla yazılışından faydalanıyor. Âh kelimesinin ilk harfi olan آ bu tür
bir benzetmeye imkân tanıyor. Bir çeşit deneysellik de diyebileceğimiz bu
benzetme diğer birçok Klasik edebiyat şairlerimizce de kullanılan bir biçimdir.
Dokuzuncu beyitte şair
kendi durumunu anlatmaya devam ediyor. Âşık olan kişide neler bulunur, bunları
sıralıyor. Dert, belâ, sıkıntı âşıkta bolca bulunan şeylerdir, diyor. Ancak
gönül mankaları(?) bu sıkıntı ve eziyete daha fazla dayanamıyor ve istifa
ediyor. Aslında burada şair, manka ve
istifa sözleriyle tam olarak neyi
anlatmak istedi bunu tespit edemedik.
Onuncu beyitte de yine
bir takım somutlanmalar göze çarpmaktadır. Şair burada belâyı rüzgârla, gönlünü
de bu belâ rüzgârlarıyla alt üst olmuş bir gemi olarak anlatmaktadır. Zamandan
ve dünyadan da şikâyet etmektedir. Yine ilk mısrada olduğu gibi burada da
feleği bir gemiye benzetmiş ve bu felek gemisi onu çiğnetmek için dümen
tutmuştur.
On birinci beyit, şairin
zamandan bir şikâyetidir. Rüzgâr bir türlü istediği yerden esmez. Yani dilediği
şeyler hiçbir zaman olmaz. Bu anlamı muhalif
rüzgâr terimiyle okuyucuya verir. İkinci mısrada da karıntı(gemiye yandan vurarak gemiyi sarsan dalga) kelimesiyle
işlerinin umduğu gibi gitmediğini, başından belâların eksik olmadığını söyler.
On ikinci beyitte şair
aşk denizine açıldığından beri fırtınalardan, belâlardan bir türlü
kurtulamadığını dile getirir. Bunu yine gemici diline ait olan muhalif çember kelimesiyle anlatır.
On üçüncü beyit yeni bir
seslenmenin başladığı beyittir. Önceki beyitlerde sevgiliden ve kendinin aşk
denizinde çektiği sıkıntılardan söz eden şair, burada diğer âşıklara çeşitli
nasihatlerde bulunur. Aşk denizinde gemicilik yapan kişinin pusulası şevk yani
istek, gönüllülük; haritası ise gam, dert ve zahmet, eziyet olmalıdır, der.
On dördüncü beyite
baktığımızda şair yine öğüt vermeye, aşkın hallerinden bahsetmeye devam
etmektedir. Burada kendi gönlüne de seslenir. Eğer aşk denizine bir kere gönül
sandalını saldıysan artık bu kıyılarda oturulacak yer bulamazsın, der. Şair
burada elbette aşkın vazgeçilmez oluşunu söz konusu etmektedir.
On beşinci beyite
baktığımızda tamamen gemicilikte verilen bir takım emirlere, komutlara
rastlıyoruz. Şair burada rüzgârın istediği gibi, yol alacağı şekilde
esmediğinden yakınırken gönlüne hitaben, seyrettiği gemiyi iyi idare etmesini
istiyor. Yani yelkenlerin rüzgârı uygun bir şekilde almasını sağlayacak
manevralar yapmasını istiyor. Sözlük kısmında anlamlarını verdiğimiz tira mola mayna seren komutunu burada tekrar açıklamayı gereksiz buluyoruz.
On altıncı beyitte şair,
güzellerin vefasızlığından yakınırken âşığa da öğüt vermeye devam ediyor. Tabi
bunu diğer beyitlerde yaptığı gibi gemicilik terimleriyle anlatıyor. Öyle ki;
güzeller sana kenar olmaz yani senin yaklaşmana izin vermezse sen onlardan yine
da uzaklaşma, sabret diyor. Burada Klasik şiirimizin âşık- maşûk ilişkisini ele
alış biçimi çok açık bir şekilde dile getirilmiştir. Diğer pek çok şiirde de
örneğini gördüğümüz gibi maşûk yani sevgili daima erişilmezdir, vefasızdır. Âşık ise daima bekleyen, sabreden kişidir. Sevgilinin
vefasızlığından dolayı asla ondan uzaklaşmaz; bilakis sevdiğine daha da çok
bağlanır.
On yedinci beyit, zahide
seslenen bir beyittir. Zahid kelime manası ile “aşırı sofu, dinine son derece
bağlı” gibi anlamlara gelir. Ancak Klasik şiirimizde ekseriyetle olumsuzlanan
bir karakterdir. Divan şairi yüzyıllar
boyu zahide çatmış, zahid insan tipini
kınamıştır.3 Bunun sebebi belki de zahidin sadece eşyanın
anlamını okuması ve bilmesi, ancak eşyanın ardındaki sırra malik olamaması
olabilir. Zaten şair de burada bunu kastederek zahide bu yoldan seslenmeyi
uygun görüyor. Zahit sadece görüneni okuduğu için âşık olan kişiye de öğütler
vermeye kalkıyor, ancak şair uyarıyor: “Ey zahit! Aşk denizine dalmış birine
nasihat etmek karadan alet onarmaya kalkmak gibi beyhudedir, gülünçtür.”
On sekizinci beyitte ırgalya kelimesinin anlamını bulamadık.
Bu yüzden şairin tam olarak neyi kastettiğini bilemiyoruz. Ancak mısraın
devamında yabancıya yani rakiplere sesleniş var. Tabi rakibin olduğu yerde
engel de mutlaka vardır. Sevgili, âşık, ağyâr üçgeninde ağyâr yani rakip doğal
olarak daima engel çıkartan kişidir. Şair de rakibinin bu engel sıfatından
hareketle sesleniyor: “Ey ağyâr! Ben sevgilime yaklaşırken, sevgilimle
birlikteyken bana engel olma, aramızdan çekil.”
On dokuzuncu beyitte ise
tekrar bir içe dönüş, kendi gönlüne hitap söz konusu. Bu içe dönüş elbette
tasavvufî anlamlar taşımaktadır. Şair, gönlüne soruyor: “Bu ten limanında niye
hâlâ yatmaktasın? Himmetinin çapasını denizden al, yelken aç, yola çık.” Tabi
burada da yine bir takım somutlanmalar karşımıza çıkıyor. Teni limanla, gönlü
de gemiyle, yelkenliyle somutlayan şair himmeti de denize atılmış bir çapa demiri
olarak görüyor. Beyitin geneline baktığımızda tasavvufî anlamların ve
söyleyişin, sembollerin bol olduğu görülüyor. Bu beyitten itibaren şair yeni
bir söyleyişe başlıyor. Artık fani aşktan, geçici olan şeylerden ziyade yeni
bir üslupla ilahî aşkı anlatmaya başlıyor. Şimdi bu söylemin hâkim olduğu
beyitlere bakalım:
Yirminci beyit, yukarda ifade etmeye
çalıştığımız gibi tasavvufî edanın bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Şair, gönlüne, bu dünyadan uzaklaş, bu hayırsız yerde durma diye öğüt veriyor.
Bilindiği gibi tasavvuf felsefesinde dünyadan el etek çekmek birinci kuraldır.
Ancak bu, tamamen bir köşeye çekilip hiçbir şeyle meşgul olmamak anlamında
değildir. Aksine tasavvuf ve dolayısıyla dergâhlar üretimde son derece etkin
bir şekilde rol alan, dervişlerinin her birinin bir mesleği olduğu kurumlardır.
Buradaki dünyadan uzaklaşmak nefsanî arzu ve isteklerden uzaklaşmaktır. Şairin
dile getirmeye çalıştığı da zaten budur.
Yirmi birinci beyit, aynı
söylemin yani ilahi aşka yönelmenin gemicilik terimleri ile anlatılmasıdır.
Şair gerçek aşk yolunda yapılması gerekenleri söz konusu alanın terimleriyle
anlatma yolunu seçmiş. Esasen biz bu beyiti iki anlamda da okuyabiliriz. Gerek
yüzeysel anlamıyla gerek de derin anlamlarıyla; göndermede bulunduğu
anlamlarıyla okuduğumuzda her ikisi de doğru olur. Gemicilik alanındaki
anlamına baktığımızda gerçekten de yelkenlilerde rüzgâr pupa(rüzgârı arkadan
alarak ilerlemek) olmaz ise kürekle yürütülür ya da rüzgârı uygun bir şekilde
alana kadar denizde bir müddet beklenir. İkinci anlamıyla okuduğumuzda da şair,
eğer bir yola çıkmış, bir şeye kalkışmışsan sabırlı ol, vazgeçme demeye
çalışmaktadır. Kısacası bu beyit diğerlerinde de olduğu gibi çok anlamlı bir
okumaya imkân tanımaktadır.
Yirmi ikinci beyit için
söyleyeceklerimiz de hemen hemen bir önceki beyit için söylediklerimizle
aynıdır. İlave olarak bir şey söylemeye gerek duymuyoruz. Görüleceği gibi şair
yine somutlama yoluna başvurmuş, bu beyitte de anlatmak istediklerini elle
tutulur hale getirmiştir. Öyle ki sabrı, gemiye benzeten şair, olmasını
istemediği bir durumu da yine gemiyle ilgisi olan alavand yani alabora olmak kelimesiyle anlatmaya çalışmıştır.
Yirmi üçüncü beyitin
ikinci mısraında ise gerçekten üstünde durulmaya değer bir anlatım vardır.
Şair, şiirin genelinde âşığa vermeye çalıştığı öğütlerin burada özünü verir.
Bir bakıma aşkın felsefesini yapar. Âşık olamasan da en azından âşık olmaya
çaba göster, yani menzile varamasan da en azından o yol üzerinde ol, demek
istemektedir.
Yirmi altıncı beyitte
şair orsa gitmek, poça gitmek tabirleri ile aslında
mecazen hedefine doğru bata çıka gittiğini anlatmak istemektedir. Çünkü orsa
poça; geminin bazen rüzgâr yönüne yaklaşarak, bazen ondan
uzaklaşarak yol alması demektir. Yirmi üçüncü ve sonraki beyitlerde anlatılmak
istenen buradaki orsa poça gitmek tabirine uygun düşmektedir.
Burada kısaca açıklamaya
çalıştığımız âşığa akıl vermeye çalışan söylem yirmi yedinci beyite kadar devam
eder. Âşığa nasihat veren, aşkın felsefesini yapan bu beyitler yine gemicilik
terimleri ile doludur. Ancak bu, şairi anlatım kabalığına düşürmez, aksine ince
bir söyleyişe imkân tanır. Esasında bu zarif söyleyişte şairin ustalığını da
göz ardı etmemek gerek. Bunlara ilaveten kasidede belli bir kompozisyon göze çarpmaktadır.
Kasidenin kurgusuna dair açıklama sonuç bölümünde yapılacaktır.
Yirmi sekizinci beyitte şair, artık
sözlerine bir yekûn hattı çekmeye başlar. Yirmi dokuzuncu beyitte Tanrı’ya
duada bulunan şair, O’nun rahmetine sığınır, sağ-esen bir limana ulaşmayı niyaz
eder. Elbette bu beyit de iki anlamda da okunabilmeye müsaittir.
Otuzuncu beyitte şair,
söz ehline, gönül ehline seslenir. Sözlerini “hakikat deryasının incisi” olarak
niteleyen şair, ideal okurunun
vasfını da burada söyler. Öyle ki; hakikat deryasının incisi olan bu sözleri
ancak mana denizinde yüzen, mana denizine dalmış söz ehli anlar, der.
Otuz birinci ve son beyitte şair kendisine seslenir. Derya kumu
miktarınca derdin de olsa önemli değil Âgehî, sabret, katlan, der. Çünkü her
derdin bir sonu vardır. Tevekkül halini bozmaz. Bunu “saati var geçer…” ile
ifade eder. Yine birtakım kelimeler arasında ilgi kurmak da mümkündür. Örneğin;
saat ve kum kelimeleri arasında: Bilindiği gibi eskiden saatler kumdan
yapılırdı. Bu kum saatleri o dönemde gemilerde de kullanımı yaygın olan bir
araç idi.
1 Kur’an-ı Kerîm,
Kehf Sûresi, 71, 79. Âyetler.
2 Hızır a.s ile ilgili daha fazla
bilgi için bkz. Ahmet Yaşar Ocak, İslam-Türk
İnançlarında Hızır yahut Hızır-İlyas
Kültü, Ankara, 1988
3 Mine Mengi, Eski Edebiyatımızdaki Bazı İnsan Tipleri: Rind ve Zahid Tipleri, Orta
İnsan Tipi, Tarih ve Toplum, S.12, Aralık 1984, s. 414-416
Kasîde-i
Merhûm Âgehî Efendi Tahmîs-i Monla Mehemmed Efendi
1 Bahr-i
‘ışk içre dilâ kıble yeli gibi esen
Fülk-i dil mevc-i
belâdan alımaz oldı dümen
Dostum, düşmene uyub
pocalatma benden
Çektürüb firkatañı bizden ırağ olduñ sen
Bahr-i firkatde niçe
furtunalar çekdüm ben
2 cÂlemi gark ider, akıtma sirişküm nehrin
Niçe bir nûş ideyim derd-i firakuñ zehrin
Saluban fülk-i dile bâd i muhâlif kahrın
Sen yıkarsın bu yakalarda
gönüller şehrin
Dil ü cân mülkini yağmâ edici sensin sen
3 Ey
güzeller re’isi, sen ne elüñ ademisin
Yemm-i cışkuñ
heb esir eyledügi ada mısın
Furtuna derdi yeter,
salma cefâlar gemisin
Bâd-i cışkuñ
alavand eyledi sabrum gemisin
İlevend oldı göñül tıflı
senüñ derdüñden
4 Andire
Dorya elinden mi gelürsin âyâ?
Bize İspanya
lugâtin hecelet ahyânâ
Kırmızı kadfe yelek
gey, melek ol, ey racnâ
Barbariçañ siyeh atlasdan
olaldan cânâ
Gemici neftilerin câşık-ı
zâr etdüñ sen
5 Bir
benüm gibi dahı var mı bu yaşda kurıda
Bahr u berde sîmber
cânlar içün cân eride
Palamar dutmadı
baştarda sürür lengeri de
Bahr-ı cışk
içre yürürsem nola yelken dorıda
Bir haramî bakıcı yâre esîr
oldum ben
6 Dil ki hatt-ı ruh-ı zîbâda erişür Hızra
Sanki Mûsâ-durur
irşâda erişür Hızra
Nâgehân düşse bir
uftâde erişür Hızra
Seyr eden yüzüñi deryâda
erişür Hızra
Kadre uğrar seni bir
kerre kadırgada gören
7 Bu zamân hubları alarga degül nâdâna
Forsa yüzden pojalar
hayli zevî l-cirfâna
Âh-ile kanlu yaşum döner
ise tufâna
Yâr ağyâr-ile deryâya
çıkar seyrâna
Ehl-i dil câşık
olan volta urur geñ yakadan
8 Bahr-i vahdetde şerîcat bir emîn keştî-dür
Sakın ol, çıkma
içinden ki metîn keştî-dür
Kulzum- i gamda tenüm
sanki hemîn keştî-dür
Dûd- ı âhum direk oldı,
bu zemîn keştî-dür
Bir yeni yelken olub-dur
aña gerdûn-ı köhen
9 Âşnâ-yı yemm-i cışk
oldum edüb terk-i kabâ
Ki o bîgâne güzel
yâdına çâk oldı yaka
Salta manca etdi veli derd ü …
Canda sugurya-durur derd
ü belâ renc ü canâ
İstifa gönül mankaları
mihnetden
10 Rüzgâruñ baña çok furtunasın çaldı havâ
Az kalub-dur
yemege ten kayığın bahr-i fenâ
Pirümüñ himmet eli
Hızr erişe yohsa dilâ
Geldi çatdı dil u cân
zevrakına bad-i belâ
Bizi çiğnetmeye bu fülk-i
felek dutdı dümen
11 Korkulı mersâ-durur yatma sulan yüri yola
Kıyılar dögdi
seher, al demüri, tenta fora
Kerteden engine
aldı yolumuzı pusula
Rüzgâr oldı muhalif
başuma üşdi belâ
Başladı geldi karıntı
yine başdan kıcdan
12 Paçarizde koma abliyi kaziyi kurtar
Boş koma cunsur-ı
çârmîhuña doldur yer yer
İstikâmet dümenin
al ele, merdlik göster
Bahr-i cışka
düşeli oldı muhâlif çenber
Korkum ol-dur ki gele
bâd-i belâ yaprakdan
13 Bahr-i cışk içre bu dil kalyetası-dur seyyâh
Yolumuz kıble yeli
ile açup-dur Fettâh
Gevherin sac o
muhît-i keremüñ, ey meddâh
Eğer oldunsa mahabbet
denizinde mellâh
Pusula şevk gerek, harti
gam u derd ü mihen
14 Bu cezâyirde levendâne ederseñ akını
Nefs-i şûmuñ ki
elinden sakını-gör sakını
Şevk adasında
durı-dur ko ırağ u yakını
cIşk deryâsına saldunsa gönül
zevrakını
Bulımazsın bu yakalarda,
dilâ, sen mesken
15 Zifoz-ile geliyür dört yañadan bâd-i belâ
Emr-i takdir-ile
çeksem elem-i derd nola
Çünki hatifden
erişdi kulağa böyle sadâ
Rüzgâruñ karışık oldı,
hazer eyle, dilâ
Üstine aldurasıntira mola
mayna seren
16 Mevsim-i baht, dilâ, ger saña yâr olmaz ise
Oltaya gelmeyüb ol
mâhî şikar olmaz ise
Volta vur bir niçe
gün çâre- kâr olmaz ise
Hûblar forsa koçub saña
kenâr olmaz ise
Olma anlardan alarga, bir
iki gün katlan
17 cÂşıkuñ himmeti aclâ
vü bülend ey zâhid
cIşk körfüzleri heb doldı levend, ey zâhid
Gelse yaprakdan
olursın alavand, ey zâhid
Bahr-i cışk
içre olan câşıka pend, ey zâhid
Karadan alet onarmak
gidi-dür geñ yakadan
18 Kandiliçada nigün ol yâ serende ber-dâr
Ya bilaşkerme
kenârında kürekde der-kâr
Yüri, çek çifte
kürek, tek beni görme zinhâr
Götür irgalyayı, olma
paçariz, ey ağyar
Yâri ben bahr kenârında
kenâr eyler-iken
19 Ey re’is lenger-i caklı koma bu meskende
Kankal et tûl-i
emel gündesini sen sende
Palamar al
kıyıdan, üsküfeyi çek bende
Ey gönül nice yatursın bu
liman-i tende
Himmetüñ lengerin al,
mevsimi-dür, aç yelken
20 Pupa-dur ehl-i dilüñ gitdügi doğrı yolı gör
Pusula yacnî
gönül kıblenümâsın bulı-gör
Orsa varsañ bu
fenâ çenberini korkıla gör
Korsan ol hâsılı dünyâdan
alarga olı-gör
Bu hayırsuz adada durma
dilâ, iso seren
21 Ak deñiz mevci gelür çûş-ıla çağlamağ-ıla
Ehl-i cışkuñ
gözi karardı kan ağlamağ-ıla
Fülk-i dil menzil
alur dehri kolaylamağ-ıla
Rüzgâruñ pupa olmaz ise
avlamağ-ıla
Yüri deryâ üzerinde bir
iki gün oyalan
22 Fursatuñ mevsimi-dür hay ağır ol, eyle karâr
Dola kuvvet
komenasın baba-i sabra, ne var
Nevbetüñ foğlasını
beş güne dek eyle şümâr
Himmetüñ göncügin elden
salı-verme zinhâr
Keştiy-i sabruñı sakla
alavand olmakdan
23 Gitdi sabrum dumanı, komadı tâkat tende
Sağ esenseñ gel-e
ey bâd-i muvâfık sen de
Paçariz olma bize,
muddaciyâ, iñende
Alamarga-yla yüri yoğ-ısa
yel yelkende
Çünki câşık
olımazsın hele bârî yelten
24 Yemm-i vahdetde makarr eylemeğe cazm eyle
Katrañı dürr-i
Güher eylemeğe cazm eyle
Bahr-i macnâya
güzer eylemeğe cazm eyle
Kuzlum-i cışka
sefer eylemeğe cazm eyle
Rüzgâr oldı, yüri, tenta
fora, sök yelken
25 Bize çatmağa havâ korsanı gözler zanca
Kilimün mevc-i
belâ aldı, meded hey kanca
Koruğı sabr-ıla
helvâ ede-gör, gel anca
Etmek isterseñ eğer bâğ-i
cinânda manca
cAmel ü zühd komanyasını vafir yüklen
26 Çata-gör yokluğa, yak varlığı, ey dil, yab yab
Keştiy-i câriyetüñ
firkatadan eyle harâb
Furtuna kopdı,
deniz yüzini kapladı sehâb
Orsa varsan çıkamazsın,
poca gitsen girdâb
Nice kullansañ atar
karaya bu keştiy-i ten
27 Eski derdüm yenilendi idi bu kalyonda
Cân miyânı kemer-i
gûşe kılurdı anda
İşbu beş günlük cömr
neyleye dehr-i dûnda
Olmadın lenger-i ten
bahr-i fenâya fonda
Pupa âlât-ile cân
kalyetasını kullan
28 Ne yerüñ-dür senüñ, ey fülk-i dil cummân-ı belâ
Bu donanmasına dîn
düşmeninüñ yahşı bak-a
Hased u hıkd u
gazab gîbet-ile buğz u riyâ
Ey diriğâ bizi gâfil-le
zebûn etdi havâ
Geldi çatdı demür üstinde
yaturken düşmen
29 Âh kim fülk-i teni bahr-i fenâ bir gün yer
Bu heves yelkenini
bâd-i havâdan yırtar
Pîr oldukça gönül
cânına cânân ister
Yâ İlahî bizi girdâb-ı
havâdan kurtar
Bize yol ver, varalum bir
ilimana erken
30 Bu dür-i nazmı hemân ehl-i basîret añlar
Bunı ol gevher-i
kân ehl-i ferâset añlar
Bu erenler yolın
erbâb-i tarîkat añlar
Kelimatüm dürr-i deryâ-yı
hakîkat añlar
Bahr-i macnâda
şinâverlik eden ehl-i sühan
31 Ey Mehemmed yem-i hicrânda mı yohsa yürüdüñ
Firkatüñ
furtunasın firkataya bulduruñ
Pûs-ı gamda
komayub derd-i seri arturduñ
Olsa deryâ kumı mikdârı
kayurmaz derdüñ
Sâcati var
geçer ey Âgehî sabr et, katlan
Fâcilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün
Fe’ilün
Kasîde-i
Merhûm Âgehî Efendi Tahmis-i Zacfî
1 Yürü ey bahr-i melâhetde kapudanlık eden
Bizi girdâb-ı gam
içinde belâlarda koyan
Geçüp alarga
yanumdan düşe kurtıla hemân
Çekdürüp firkatañı bizden
ırağ oldun sen
Bahr-i firkatde niçe
furtunalar çekdüm ben
2 Alub ağyâr gibi nola cihânuñ mehrin
Bize cevr eyleyüb
içürme felâket zehrin
Getürüp başuma cummân-ı
belânuñ kahrın
Sen yıkarsın bu yakalarda
göñüller şehrin
Dil ü cân mülkini yağmâ
edici sensin sen
3 Tâli’um kalyetası kalmaz umaram geride
Rûzgâr-ile felek
fülk-i murâdum yüride
Serfürû eylemeyüb
düşmene yaşda kurıda
Bahr-i cışk
içre yürüsem nola yelken dorıda
Bir haramî bakıcı yâre
esîr oldum ben
4 Nice bir câna havâle kılasın gam kömisin
Yemm-i cışkuñ
gam-ile etme helâk âdemîsin
Tâkatüm
kalmadı, ey meh, dahı mihnetde misin
Bâd-ı cışkuñ
alavand eyledi sabrum gemisin
İlevend oldı göñül tıflı
senüñ derdüñden
5 Hâkpâyuña gözüm yaşı revân olsa, nola
Ey gül-i bâğ-ı
bihiştüm, bedel olmaya saña
Yaraşur saña hemîn
fermeneler gey, sanem-â
Barbariçañ siyeh atlasdan
olaldan cânâ
Gemici neftilerin câşık-ı
zâr etdüñ sen
6 Kimi yemde, kimi sahrâda erişür Hızra
Çâresüz kalduğı
esnâda erişür Hızra
cÂşık ammâ
ruh-i zîbâda erişür Hızra
Seyr eden yüzüñi deryâda erişür Hızra
Kadre uğrar seni bir
kerre kadirgada gören
7 Hûblar resmi bu-dur, mâ’il olur nâdâna
Velî cirfân-ile
gitmez bir adım yâbâna
Âh kim gayret-ile
döndi başum cummâna
Yâr ağyâr ile deryâya
çıkar çıkar seyrâna
Ehl-i dil câşık
olan volta urur geñ yakadan
8 Gel, şerîcatden ırağ olma emîn keştî dür
Râh-ı Hakka saña varmağa mucîn
keştî-dür
Bahr-i cışk
içre tenüm dahı hemîn keştî-dür
Dûd-ı âhum direk oldı, bu
zemin keştî-dür
Bir yeñi yelken olub-dur
aña gerdûn-ı köhen
9 Gam-ı cânâne ne nicmet deyü germ olma, dilâ
Kasdı ol-dur ki bu
ten kayığını kıla fenâ
Ehl-i artuk yeyüb
içtügi dahı olsa nola
Cânda suğurya-durur derd
ü belâ, renc ü canâ
İstifa oldu göñül
mankaları mihmetden
10 Yine gam bahrı hurûş etmege başladı bu dem
Kasdı ol-dur ki
bu ten kayığını kıla cadem
Kutılış yok-dur
elinden, soñı bilmem nice edem
Geldi çatdı dil ü cân
zevrakına bâd-ı belâ
Bizi çiğnetmege bu fülk-i
felek dutdı dümen
11 Harekât etdi yine cûşa gelüb bahr-ı fenâ
Dil-i biçâreyi
salıntı-ı mihnette koma
Yâ İlâhî, kuluña
çâre meger senden ola
Rûzgâr oldı muhâlif,
başıma üşdi belâ
Başladı geldi karıntı
yine başdan kıcdan
12 Busulamuz busula bu yola kıldukda sefer
Ey re’îsüm, gözüñ
ac, erdi felâketden eser
Paçariz koma
arada, yüri, âlâtuñ oñar
Bahr-i cışka
düşeli oldı muhâlif çenber
Korkum oldur ki gele
bâd-ı belâ yaprakdan
13 Kâfir-i nefse gazâ eyle, bu-dur ehl-i salâh
Jeng-i gamdan aça
mir’ât-i dili ol Fettâh
Dut kulağuñı,
saña gör ne dedüm, ey fellâh
Eger salduñsa mahabbet
deñizine göñül zevrakını
Pusula şevk gerek harti
gam u derd ü mihen
14 Ey göñül, mülküñe rüsvâylığ etmiş akını
Yağmalatduñ gibi
sabruñı sakını sakını
Sîneñe alduñ-ısa,
mehru, mahabbet okını
cIşk deryâsına salduñsa göñül
zevrakını
Bulımazsın bu yakalarda,
dilâ, sen mesken
15 Tâlic-i bahtuñ eger mevsimi yâr olmaz ise
Ol harâmî bakıcı
yavrı şikâr olmaz ise
Dâmen-i sabra
yapış âhır-ı kâr olmaz ise
Hûblar forsa kaçub saña
kenâr olmaz ise
Olma anlardan alarga, bir
iki gün katlan
16 Dil-i âşifteye cışk olalı bend, ey zâhid
Düşüb cummân-ı
gama oldı levend, ey zâhid
Diñlemez dil
sözüñ olursa-da kand, ey zâhid
Bahr-i cışk
içre olan câşıka pend, ey zâhid
Karadan âlet oñarmak
gibi-dür geñ yakadan
17 Gitmesün bir dem elüñden kürek olub saña yâr
Bahr-i mihnetde
gez âvâre olub bulma kenâr
Tek yüzüñ
görmeyelüm bizden ırağ ol, yüri var
Götür irgalyayı, olma
paçariz ey ağyâr
Yâri ben bahr kenârında
kenâr eyler-iken
18 Yatma gaflet-le karâr eyleyüb bir meskende
Düşmen-i nefse
sakın olmayasın tâ bende
Bahr-i cışka
sefer eylemege cazm et sen-de
Ey göñül, nice yatursın
bu liman-i tende
Himmetüñ lengerin al,
mevsimi-dür aç yelken
19 Mihnet-âbâd-i felek sanma ola cây-i huzûr
Bu fenâ enginüñ
öte yakasın aña dur
Dümen-i tâcati
dut, fülk-i dili hak bula-gör
Korsan ol hâsılı dünyâdan
alarga olı-gör
Bu hayırsuz adada durma,
dilâ, iso seren
20 İhtiyât ile yüri yoluñı soylamağ-ıla
Korkular
çekmeyesin dil Hak(k)a bağlamağ-ıla
Çün ele girmeye
soñ ucı, yâr, ağlamağ-ıla
Rûzgâruñ pupa olmaz ise
avlamağ-ıla
Yüri deryâ üzerinde bir
iki gün oyalan
21 Doğrı yoldan poçalatma olmayasın nefse şikâr
Bir iki günlük cömre
cihânda ne şümâr
Yelken altında
yürit, düşmene yol verme, i yâr
Himmetüñ göncügin elden
salı-verme zinhâr
Keştiy-i sabruñu sakla
alavand olmakdan
22 Rehberi cışk olan kalmadı hîç yâbânda
Cehd edüb cışkı
şikâr eyleyü-gör var sen-de
Eyleme cânuñı
sergeşte bu bahr-i tende
Alamarga-yla yüri yoğ-ısa
yel yelkende
Çünki câşık
olımazsın hele bari yelten
23 Sohbetüñ kadrini bil sanca-durur bu sanca
Bu demi
bulmayasın, nâdim olasın anca
Tâcat-i
Hakdan ala kanca ede-gör kanca
Etmek isterseñ eger bâğ-ı
cinânda manca
cAmel-i zühd komanyasını vâfir yüklen
24 cÖmrüñi zâyic edüb bezm-i havâ-yi
mey ile
Gark-i cisyân
olub eyyâmunı gel verme yele
Aç gözüñ, bir
dahı fursat ele girmez böyle
Kulzum-ı cışka
sefer eylemeğe cazm eyle
Rûzgâr oldı, yüri, tenta
fora, sök yelken
25 Esicek bâd-i ecel asla rücûc oldı sevâb
Düşdi girdâb-ı
gama zevrak-ı ten oldı harâb
Yağmağa başladı
belâ, câlemi kapladı sehâb
Orsa varsañ çıkamazsın,
poca gitseñ girdâb
Nice kullansañ atar
karaya bu keştiy-i ten
26 Kanı bir mesken-i huzûr ola fenâ yurdında
Renc ü râhatdan
eser eser ola der-iseñ bunda
Mihnet-i renc ü canâ-dur
çekilen gerdûnda
Olmadın lenger-i ten
bahr-i fenâya fonda
Pupa âlât-ile cân
kalyetasını kullan
27 Niçe gün fursatumuz gözleyüben döndi havâ
Sacy-ile
kurtılamaduk, yolumuz dutdı havâ
Serserî macsiyet
içre soñ ucı yatdı havâ
Ey dirîğâ, bizi gâfil-le
zebûn etdi havâ
Geldi çatdı demür üstinde
yaturken düşmen
28 Bâd-ı cışk-ile havâ mevci durmaz atar
Fülk-i dil ise
erem sâhile deyü yortar
Vây aña kim bu
fenâ yelken-i cömrin yırtar
Yâ İlâhî, bizi girdâb-ı
havâdan kurtar
Bize yol ver, varalum bir
ilimana erken
29 Zacfiyâ, baña bedel olmaya korsan derdüñ
Bu cacab-dur
ki varub bir saneme dil verdüñ
Rûzgâruñ elemin
hasmuña çünkim derdüñ
Olsa deryâ kumı mikdârı
kayurmaz derdüñ
Sâcati var,
geçer, ey Âgehî, sabr et, katlan
30 Bu cibârâtı şu kim ola ferâset añlar
İşbu elfâzı gerü
ehl-i tarîkat añlar
Sâlik-i râh-i vefâ
bunda çok cibret añlar
Kelimâtüm dürr-i deryâ-yı
hakîkar añlar
Bahr-i macnâda
şinâverlik eden ehl-i sühân
Fâcilâtün
fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün
MURABBA-I YETîM*
1
Gel deniz yüzlerini kâfire teng eyleyelüm
Sayha-i tûb ile dem-beste vü deng eyleyelüm
Allâh Allâh deyü gülbang ile ceng eyleyelüm
Gel donanmaya gidüb azm-i Fireng eyleyelüm
2 Ceyş-i
İslâm ile Sultân Süleymân karadan
Bahr u ber fethine asker yüridi bir aradan
Görelüm alnumuza her ne ki yazdı Yaradan
Gel donanmaya gidüb azm-i Fireng eyleyelüm
3
Şah-ı gâzinün olupdur çü gazâ matlûbı
Kâfire gönderelüm sa’ikalar ile tûbı
Salalum Maltayıla Baskana’ya âşûbı
Gel donanmaya gidüb azm-i Fireng eyleyelüm
4
Nehb u gâretler ile Pulya’yı vîran edelüm
Geçüb andan öte İspanya’yı tâlân edelüm
Ceneviz memleketin hâk ile yek-sân edelüm
Gel donanmaya gidüb azm-i Fireng eyleyelüm
5
Allâh Allâh deyü engine donanma salalum
Portakal memleketin Südde’ye varup alalum
Feth u nusretler olub tabl-i beşâret çalalum
Gel donanmaya gidüb azm-i Fireng eyleyelüm
6
Kâfire garet içün dogrulalı dümenler
Gemiler forsa yürür dorıdadur yelkenler
Yelteyüb birbirini çûş ile der görenler
Gel donanmaya gidüb azm-i Fireng eyleyelüm
7
Nûh evin eyleyeli lutf-i Hudâ meskenümüz
Rûzgâr oldı muvâfık dolıdur yelkenümüz
Gâziler bu yola cân ile dutup gerdenümüz
Gel donanmaya gidüb azm-i Fireng eyleyelüm
8 Nûh
tahtına binüb başumuza şâh olalum
Hızr’a himmetle teveccüh edüp âgâh olalum
Hayr-ı dîn Beg gibi gazî bege hem-râh olalum
Gel donanmaya gidüb azm-i Fireng eyleyelüm
9 Şeş
cihâta bu murabba’ salub âvâz-ı bülend
Atdı nusretler ile kal’a-ı Efrenc’e kemend
Ey Yetîm ister isen olmaga bir şâh-levend
Gel donanmaya gidüb azm-i Fireng eyleyelüm
Feilâtün feilâtün feilâtün feilün
*Halil Erdoğan Cengiz, Divan Şiirinde Musammatlar, Türk Dili Dergisi-
Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri), S.
415-416-417/Temmuz-Ağustos-Eylül,1986, s.310-312
GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE YETîM*
1 Gelin,
denizin yüzünü kâfire dar edelim,
Top gümbürtüleriyle
soluğunu keselim, aklını başından alalım,
Allâh Allâh!diyerek
gülbank çekip savaşa girelim,
Gelin, donanmaya gidip
Frenk üzerine yürüyelim.
2 Sultân
Süleymân (Kânûnî), İslâm askeri ile karadan yola çıktı,
Denizlerin ve karaların
fethi için, asker aynı anda yürüdü, saldırıya geçti,
Tanrı’nın alnımıza ne
yazdığını görelim,
Gelin, donanmaya gidip
Frenk üzerine yürüyelim.
3
Madem ki gazi pâdişâhın isteği gazâdır (din uğruna savaştır),
Top güllelerini kâfire
yıldırım gibi yollayalım,
Malta ile Baskana’ya
kargaşalık salalım,
Gelin, donanmaya gidip
Frenk üzerine yürüyelim.
4 Saldırıp
yağma ederek Pulya’yı (Puglie’yi) viran edelim,
Oradan daha ileriye geçip
İspanya’yı talan edelim,
Ceneviz ülkesini yerle
bir edelim,
Gelin, donanmaya gidip
Frenk üzerine yürüyelim.
5
Allâh Allâh! deyip açık denizlere donanma gönderelim,
Südde’ye varıp Portekiz
ülkesini alalım,
Fetihler
gerçekleştirelim, düşmana galebe sağlayıp müjde davulları çalalım,
Gelin, donanmaya gidip
Frenk üzerine yürüyelim.
6
Dümenler, ganimet almak için, kâfire doğruldu doğrulalı,
Gemiler forsa
yürümededir, yelkenler de dorudadır (ta tepeye çekilmiştir),
Bunu görenler coşkunlukla
birbirlerini teşvik edip derler ki:
Gelin, donanmaya gidip
Frenk üzerine yürüyelim
7
Allâh, Nûh Peygamberin evini (gemiyi) bize mesken etti edeli,
Rüzgâr uygun esmededir,
yelkenlerimiz doludur,
Gaziler! Canla başla bu
yola kendimizi adayıp,
Geliniz, donanmaya gidip
Frenk üzerine yürüyelim
8 Nûh
Peygamberin tahtına oturup başımıza buyruk olalım,
Himmetle Hızır’a (a.
Denizdekilerin imdadına yetişen Hızır’a, b. Hızır Reis’e, Barbaros Hayreddin’e)
teveccüh edip uyanık olalım,
Hayreddin Bey (Barbaros,
Hızır Reis) gibi gazi bir Bey’e yoldaş olalım,
Gelin, donanmaya gidip
Frenk üzerine yürüyelim.
9
Bu murabba altı yöne velvele salıp,
Allâh’ın yardımıyla,
başarıyla, Frenklerin kalesine kement atsın,
Ey Yetîm! Eğer bir
şehlevend olmak istiyorsan,
Gel, donanmaya gidip Frenk üzerine yürüyelim.
*Halil Erdoğan Cengiz, Divan Şiirinde Musammatlar, Türk Dili
Dergisi- Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri), S. 415-416-417/Temmuz-Ağustos-Eylül,1986,
s.310-312
Sonuç
XVI. asır Divân
edebiyatı, şiir dilinde yeni alanların açıldığı bir çağdır. XVI. asırda gemici
diliyle 31 beyitlik bir kaside yazan denizci şair Âgehî, Divân edebiyatında bu şiiriyle ünlüdür. Bu şiire o
çağda ve daha sonraki asırlarda pek çok nazire ve tahmisler yazılmıştır. O
zamana kadar korsan lisanı diye kaba sayılan gemici dili, bir anda kültürün bir
parçası haline gelmiş, şiire, özel bir alanın terimlerini sokarak Divân şiirini
dil bakımından zenginleştirmiştir.
Âgehî’nin bu şiirine
benzer XVI. asır şairlerinin de şiirleri olmasına karşın Osmanlı lisanı, Âgehî’nin 31 beyitlik bu kasidesi ile zenginleşmiştir.
Kasideye yapılan tahmisler de bu zenginliğe katkıda bulunarak Osmanlı
denizciliğinin gelişmesine paralel olarak, Osmanlı lisanını da genişlettiler.
Osmanlı lisanının denizcilik cephesi bu kaside ve tahmisleriyle
zenginleşmiştir.
Âgehî’nin manzumesi
aslında bir aşk şiiridir. Şair, sevgilisine karşı hayranlık ve sitemle içinde
bulunduğu hali anlatıyor. Şair, aşk yüzünden fırtınaya tutulmuş bir gemi gibi,
aşk denizinde pek çok sıkıntılar çekmekte, tehlikeler atlatmaktadır. Bu arada
yer yer aşkın felsefesinden, İlâhî ve mecâzî aşkın hallerinden, sevgiden,
rakiplerden… gemici dilini kullanarak söz ediyor. Bu haliyle kasidede belli bir
sıra ve kurgu göze çarpıyor. İlk beyitlerde sevgiliye hitap ederken ondan
sonraki beyitlerde şair içinde bulunduğu hali, aşk denizinde geçirdiği
sıkıntıları ve tehlikeleri tasvir ediyor. Ağyara, zahide seslenen birkaç beyitte
aşkın felsefesi yapılıyor. Bu beyitleri İlâhî aşktan, dünyanın fâniliğinden
bahseden son kısım takip ediyor.
Tahmisler ise Âgehî’nin anlatımına paralel bir sıra ve kurgu takip ediyor.
Diyebiliriz ki; tahmisler Âgehî’nin kasidesinin bir nevi daha
çok açımlanmış ve örneklendirilmiş halidir.
Yetîm’in murabbası ise
tamamen levendane ve savaşçı, akıncı üslubun hâkim olduğu bir manzumedir. Bu yönüyle
Âgehî’den ve ona yapılan tahmislerden farklı bir anlam alanına
sahiptir.
KAYNAKÇA
1.Cengiz,
Halil Erdoğan, Divan Şiirinde Musammatlar, Türk Dili Dergisi- Türk Şiiri Özel
Sayısı II (Divan Şiiri), S. 415-416-417/Temmuz-Ağustos-Eylül,1986, s.310-312
2. Devellioğlu,
Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitapevi, İstanbul, 2004
3.
Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1993, C. I-II-III
4.
Pala, İskender, Şâirlerin
Dilinden, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1996, s.269-276
5. Şemsettin Sami, Kâmûs-ı Türkî, Kapı
Yayınları, İstanbul, 2009
6. Tietze, Andreas, Tarihi ve Etimolojik Türkiye
Türkçesi Lûgatı, C. I/A-E, Simurg Kitapçılık, İstanbul-Wien, 2002
7.
Tietze, Andreas, XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili, Türkiyat Mecmuası,
Osman Yalçın Matbaası, 1951, C. IX, s.113-138
8. Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu,
Ankara, 2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder