4 Şubat 2018 Pazar

Peggy

bizim müthiş bir acımız var
süslü yapma çiçekler gibi
mesaj geldi beklemesin beni diye
adam elinden gelse gökyüzü olacak
kadar aşki bir yürekle kaldı
geçit vermeyen caddeler dolusu insan
silindi gitti bir derenin taşlara çarptığı yerde
yirmi dört saatten az sürer burada yalnızlık
ömür bazen ırmak kadar büyür
dökülecek denizi yoktur.

Peggy, sarı saçlarında şölen var
saçların kimin şöleni için var Peggy
benim saçlarım birden karardı
gece kadar karardı, zulüm kadar
dağların eteklerinden nice yollar aradım
yol boyunca hiç kuyuya denk gelmedim
şimdi sana kuyularda saklı olanı
kuyularda baş aşağı asılı olanları anlatsam
bana güleceksin Peggy.
biz bazen bizi anlamasınlar diye konuşuruz
bazen de gülümsetmek için Peggy
sen nereden bileceksin cenazemizde süslendiğimizi

alaya alma bizi. kalp bizim mülkümüz değil ki..

Gündelik Telaşlar

bir gün daha bitti geçip giden bulutlarla
biten umutlar bayat çaylarla
kuş tüyü gibi zaman, balyoz gibi zaman
her insan soluklandığı ağacın gölgesini
beton binaların yüzsüzlüğüne terk etti.

aklımdan geçmiş zaman meseleleri
bir kuş göğe otoban kuruyormuş
bir başkası gökdelen niyetinde
yerden bir başkası ise gülüyor susuzca
yarasaların mağaraları şimdi yeni plaza.

duvarlara yazı yazan karıncaların ağırlığı
sözün ince bellisinden çay içen taylar
koşup koşup koşup da yılkı yalanlar
ve yelesinden ateş damlayan küheylanlar
sorarsam yakası açık aşkların kabahati.

aklımdan uçup da giden gündelik telaşlar..

Utancından Kızaran Gelincik

bu dünya bir hal üzere
kimi gökyüzünde arar kayıp giden günleri
kimi eşeler toprağı, deşilmemiş gizleri
yağmurun rahmet diye anıldığı cağlardan
kredi kartı promosyonlarında şemsiyeye düşkünlük.
bana mevsim diye getirdiklerin
fon perde, ölümüne yorgunluk
sahiden söylenirsen ensendeki çıbana
pir aşkına dövülen davul kesik, boşuna
güvercinleri kovduk o pirinç çatılardan
binalar kürklü manto
çıplak şehrin üstünde.

yalanlar kaşmir bir şal omzuma düşen
sen ki sözlerin ölümsüzlüğünü bir bilsen
o an duraklar gök maviye kesilir
toza bulanmış gelincik utancından kızarır
bir ses yükselse de uyansam
dünyadaki rüyadan
omzumda bir el duysam
gül kokularına boyansam.
aradım menzillerde, kendim evde yoktu
sanki gizledi beni kapılar
gözlerim toydu.

bir gecede oldu bu hal üzere işler
dönüyor nöbetinden vazgeçilmiş gidişler
gitmek demişken şimdi geldi mi aklına
ve ben hala inanırım
eve ekmek götürmenin kutsallığına.

Yedi Beyaz Saç Teli

tozlanıyor zamanın değirmeninde sözler
her şeyin vakti geçmiş bir an kalmış
kum gibi akıp giden zamandan
senin iyiliğin güvercin telaşı
yağmurun nasihatı kurak toprağa
içimde binbir çiçeği yeşerten
yedi beyaz saç teli.

sahipsiz mi kalmış bütün günlerim
bir odada korkuya bakarken kuşku
konuşmanın inceliğindeki kemik
tarla kuşu sesinle büyük ırmakların
o coşkulu sessizliğine daldıran
nicedir içimde kalmayansabahın güzelliğinde
yedi beyaz saç teli.