I.
bir sigaradan geriye kalanlardır hatıralar
ağızda acı bir tat, sürgün vermiş hatıralar
temmuz sonunda o yapışkan sıcakta
saçların alnına düşmüş ve daha çok kadınca
savaştan evine dönen ama eksik gören kendini
alışkanlıklarını terk ederken ağaçların
gölgesinde bir tarlakuşu gibi
benim değil, hepimizin yalnızlığı bu..
II.
üzgünüm demek yetmez bazen,
bir kuru dal gibi kırılır söz,
öyle orta yerinden,
ulu orta bir akşam üstü..
III.
alınyazısı bir saat
insan, akrebi kovalayan yelkovan..
IV.
kalbim, ayaklanmış bir şehirdir
isyanı gözlerinin başlattığı..
V.
gece, bekçi gibi arşınlar
aklın dehlizlerini.
orada gün ışığına çıkmayan
kaç öpüş kaldı, kuruyup çatlamasın
bir tılsım gibi kalsın dudaklarda
tılsımı anahtar,
kalbimi içeriden kilitleyen
ve geniş sofralarda neşeli şölenleri
tik tak tik tak vuran saat
sokağın birinde vurulmuş bir anı
gibi kalır akılda, akla vurulmuş bir anı.
VI.
ekmeği yerden alıp üç kere öper gibi
öptüm senin de sabahçı saçlarını..
25 Ekim 2015 Pazar
Pazar Alameti
yamaçtan üç taş yuvarlandı
kırgın, kanayan serçelerin üstüne
yerden üç taş havalandı
dalgın, yaşayan serçelerin üstüne..
kırgın, kanayan serçelerin üstüne
yerden üç taş havalandı
dalgın, yaşayan serçelerin üstüne..
parklardan mucize bekleyen ricacılar
ellerinde biraz cam, biraz alüminyun, biraz plastik
söğüt gölgesine sokulmadan, yüzü tırmalanmış
ve sırtı delik deşik bir bank eşliğinde
içeceklerini yudumlarken farketttiler
güneşin kızardığını
az kalsın boğulacaklardı.
ellerinde biraz cam, biraz alüminyun, biraz plastik
söğüt gölgesine sokulmadan, yüzü tırmalanmış
ve sırtı delik deşik bir bank eşliğinde
içeceklerini yudumlarken farketttiler
güneşin kızardığını
az kalsın boğulacaklardı.
orada kanayan nedir, yoksa benim yaram mı?
yoksa sözden taşmış toprağın,
tohum çatlatması mı?
alametlerden hâlâ düşünmez misin "insan"?
o tepeden dağılan biziz, yoksa rüya sayıklaması mı?
yoksa sözden taşmış toprağın,
tohum çatlatması mı?
alametlerden hâlâ düşünmez misin "insan"?
o tepeden dağılan biziz, yoksa rüya sayıklaması mı?
24 Ekim 2015 Cumartesi
Ben ki Bakışına Gömmüştüm Beni
ben ki bakışında görmüştüm beni
her gidişle tükenen kalb
seyredilen yıldızlar adedince
gözüne güz değen kalbim
bir imla hatası nedenini
boşuna arama tanıdık yüzlerde.
bakışınla büyüt beni,
ellerime uçmayı öğret
ki şarkı yarımdır hâlâ
ay kuyudadır kavlimiz
suya düştüğünden beri.
ökçelerin ne taşır gün aşırı
sohbeti canan gibilerinden
sergiler kurulmuş çarşılarda
ve boş arsaların denize çıktığı
şehirden, uzaklara açılan
bir gemi ki dümeninde
uzak ihtimaller..
-ben ki bakışıma gömmüştüm seni-
Hep Aynı
yeni bir öyküyle başladı gün
şişmiş gözler ve sucuklu yumurta günü.
balkonda, uçamayan bir serçe yakaladık
ayağına dolanan kadın saçlarından tuzağı temizledik,
avcumuzdan su içirdik
biz bunları yaparken annesi bir an ayrılmadı başından
düşündük ama ibret aldık mı bilmem
uğurladık ikisini de.
yaramızın kirli taraflarını temizledi bir şiir
sigara ve çay içtik üstadla,
muhabbete, dostluğa yatırdık değerli kağıtlarımızı.
cuma günüydü genişçe bir bahçeye vardık
"essalamû ya ehl-i kâbir" dedik
"ve aleyküm selam", işittik.
çocuklar vardı yine parklarda
gelecek dedik, güzel olacak inşallah
anne olan her kadın meryem'dendi çünkü.
-geçmişten gelen meryemlerden ki-
battı güneş, serin bir rüzgâr çıktı
içimizde, verdikçe çoğalan bir yaşam vardı
iyi adamları hayrete düşürmeden
günü kurtarılmış sayarak
bir arpa boyu daha yol gittik..
Lâf Arasında
eyvâh! hayatı vakf eden
şuara ehlinin öz evlatlarıydı göğü
dolaşan
ve sema sema sözlerin sahibi
çağırsan ve ölümü rahmet kılsan.
üstümden öteberi yarası eksik olmadı
bir avuç toprak daha yok mu
toprağıma katılacak.
ve ruhum öylesine balçık
ki öylesine söylenen lâf arasında.
hasat kıl beni bir büyük ırmağın
köprü ayaklarına vurduğu yerde
gömün ki üstümde beton ayaklarla
orda bükülen benliktir suyla beraber.
ve sen
suya yol veren taşlardan atla
yemyeşil, sahipsiz ve dalgasız..
Bana Kim Olduğumu Sesinle Anlat
yoruldun açılmaktan
açıldıkça alçalan hayatın önünde
noktalarından yüzü okunan gözün
üstünden aşınan gemilerinde senin
anlamsızlık dediğin nedir ki
bir güle su verdin köz yerine.
ısmarlanan iyilikler ve sipariş kötülüklerin
alacağını aldın hangi toydan büyüyen
başaklar bıraktın salonlarda
evveli sahip âhiri sahip ve gümüşi
gölgenin ayaklarına bağlı
cüzzam ve gölge senin olanın
haşrolunacağı o gün.
âh bataklıklarından zambaklar tüten
ve eskimeyen, eksilmeyen hüzün
sesini de unutturan o hafıza
gedikli abiler ve ablalar menekşe lokması
bilincin taşınca sabırdan sabırlı birer el
okşandıkça yüzün zımparalanan
ve dağılan ıslanmış bisküvi gibi
benzetmelere başvurmasan
kalbin çoktan ayarsız terazi ki hiç yoktan
susturucu gibi göğsüne oturan hatır otu
akşamların ateşini yükseltmesi
zamansız bir doktor bütün yaraların.
sen baştan başlasan kalbini okumaya
açıldıkça kalbimi bir aydınlık odaya
kimsesiz diye alsalar ve seslensen
sesin umut tufanı oldukça umudum
darmadağın ve sığınak yok
eksilme, azalma, koşma, kaçma
açılma açılma açılma âh duracaktı oysa
o son otobüs.
bana kim olduğumu sesinle anlat
eşyayı unuttur, fotoğraflar bunak
bana önce sesini anlat sökük bir pus
bellek duvarına çizgiler çekilen ve tekrar
karartılan odalarda serin ve kuru yerlerin
o ürpertici kışkırtıcılığından kalan
bana kim olduğumu sesimle anlat
önce beni bana getir..
Bir Yanıyla Evrensel Seni Sevişim
bahçelerden geçmiştik, dişbudak ağaçlarında
en görkemli yeşildi paylaştığımız,
birazcık da mavi.
uzunca sustun, öyle sevdim seni
bir gece bir şehri baştan başa geçer gibi
üstümüzde uçan neydi, ben kime bağladım
çocukluğumdan gelen haberciyi.
en görkemli yeşildi paylaştığımız,
birazcık da mavi.
uzunca sustun, öyle sevdim seni
bir gece bir şehri baştan başa geçer gibi
üstümüzde uçan neydi, ben kime bağladım
çocukluğumdan gelen haberciyi.
seninle pay etmiştik çam ağaçlarının gölgesinde
bir hüznü ortasından bölmeden
bir sana bir bana demeden geceyi
çayın karşılıklı şekersiz içildiği
öğleden sonraları gibi telaşlı.
bir hüznü ortasından bölmeden
bir sana bir bana demeden geceyi
çayın karşılıklı şekersiz içildiği
öğleden sonraları gibi telaşlı.
sözünü tutamazdın denizin
çünkü vişne mevsiminden birlikte döndük
ehramlarımızda ve boynunda böğürtlen
ve tarçın kokusuyla
uzunca sustum evrensel bir bankta
uzunca susuz günlerden döndüm
gülün harman olduğu adını kap getir
uzunca susuz günlerden kaldım.
çünkü vişne mevsiminden birlikte döndük
ehramlarımızda ve boynunda böğürtlen
ve tarçın kokusuyla
uzunca sustum evrensel bir bankta
uzunca susuz günlerden döndüm
gülün harman olduğu adını kap getir
uzunca susuz günlerden kaldım.
( 8 Ekim 2015, Doğu Kent)
Senin Seslerin
serçe kuşu gibisin aslında sevgilim
avuçların avuçlarımın arasında
sarılsam gökyüzü rengarek,
ve titrer her ışık
gül kıyama duracak önünde
lalelerin boynu eğik.
avuçların avuçlarımın arasında
sarılsam gökyüzü rengarek,
ve titrer her ışık
gül kıyama duracak önünde
lalelerin boynu eğik.
sen bu renkleri kırlardan getirdin
ben soluğumu getirdim, dağlardan
sesinle örtündüğüm o gerçek örtü
beyaz sabun kokularında
uykuya yatırdığım çocukluğum.
ben soluğumu getirdim, dağlardan
sesinle örtündüğüm o gerçek örtü
beyaz sabun kokularında
uykuya yatırdığım çocukluğum.
çocukluğum dizinde yatıp
her gece, rüyâ kokan saçlarından
-serçe kuşunun kalbi- parmaklarına
döktüğüm diller.
-azımsanmayacak-
her gece, rüyâ kokan saçlarından
-serçe kuşunun kalbi- parmaklarına
döktüğüm diller.
-azımsanmayacak-
kış kıyamet bir havada
çaydan ilk yudumu aldığım o an
şimdi senin seslerini dinlemek..
çaydan ilk yudumu aldığım o an
şimdi senin seslerini dinlemek..
(21. Eki. 2015 Doğu Kent)
Kaydol:
Yorumlar (Atom)