YARIN YİNE ÖLECEĞİM
“Hikâyeni anlat evladım, derdin hafifler.
Bab’Aziz
“Kırk tane bir lira kırk… Evet,
kırk tane bir lira... Kırk tane bir lira...” Kimsenin bu sese ilgi duyduğu yok.
Adam ise küçülmüş gözleri ve ağzında sönmüş bir samsunla usanmadan bağırmaya
devam ediyor. Rüzgâr hafifçe okşuyor saçları.
“Gündüzler soğuk olmazdı ya bu
sene ne kış kışlığını yapıyor ne de kuşlar bir yere gidiyor.”
Martılar her sabah altıda orada
olurdu. Irmağın ortasındaki adacığa konarlar ve beklerlerdi. Deniz ne kadar
uzakta buraya kuş uçumu? Nereden gelirler sonra nereye giderlerdi hiç bilmiyorum.
Benden başka kimse de merak etmiyordu. Martılar, minarelerin üstüne doğru kanat
kanata koşuyorlar, aynı hızla ırmağa düşüyorlardı. Martılar gibi benim de
beklediğim saatlerdi bu vakitler; öyle önemli bir şey de değil, otobüs
beklerdim fakülteye; derse gitmek için. Otobüs fazla gecikmez gelirdi. Martılar
ırmakta kalırdı. Ne yaparlardı acaba gün boyu? Bunu hiç öğrenemedim. Martılar
kayboldu.
Otobüsün kapıları, binenleri kara ağzında
çiğniyor. Ölmekle beklemeyi eşanlamlı kullanıyorum bunları sessizce izlerken.
Son bir martı daha geçiyor başımın üstünden. Bembeyaz bir kanat dalgasıyla
boğuluyor gökyüzüm. Neyse ki boş bir cam kenarı buluyorum. Gözlerim, yol boyu, yeni
uyanan ağaçları seyrediyor. Otobüsün canımdan bir sürü şekil, yorgun yeşil
suyun aksine hızla akıyor. Gözlerim, zihnim de bu hızın tesiriyle geriye, uzakta
kaldı dediğim yerlere geri dönüyor.
“Kaçlardan göçlerden geliyorum kucağına.
Saçlarım dağılıyor, etekliğim kırk yama…”
“Alacağından fazlasını verdiler sana, şimdi
kim suçlu olan?” Yamalar geride kaldı ama esvapları yeni değildi.
“Bu ay gidiyorum. Demiştim sana
buradan bize ekmek çıkmaz.” Çocuğa döndü; gülümsedi çocuk:
“Örtülerden yaprak yaprak düşen
sesleri bizim eve de çağıralım baba.”
-Bir şey istemem baba sen tez gel
emi. Ben anneme de çok iyi bakarım. Merak etme sen.
Aklımdan kırmızı bisiklet, horoz şekerler
geçiyor. Renkli elişi kâğıtları uçuyor başımda. Babam elimden tutmuyor. Annemde
aynı sessizlik…
Trenin soğuk camları, vagonları…
Oflayıp puflayıp hareket eden lokomotif…
-Oraya ne zaman varacağız?
-Büyük şehir gibisi var mı
arkadaş. Biraz akıllı olursan tuttuğunu altın edersin evvelallah.
Koltuğumun altına kıstırdığım
gazete kâğıtları ıslandı. Öğretmen ödev verdi. “Elişi kâğıtları yıldız yıldız
kesilecek.” Sınıfta en cici çocuk seçildi Kemal. Kemal’in kırmızı bisikleti
var. Çamurdan arabalarım erimiş yağmurda.
–Kırmızı bisikleti kiraya veriyor
Mehmet Amca. Biraz fındık götürsem bir tur da bana verir mi?
Sormuyorum. Un çorbası kokuyor odalar. Yanmış
soğan, yağ…
“Turşu da çıkar hadi benim aslan
oğlum.”
Odanın karanlığına lüküsten cılız
bir ışık doğuyor. Gazete kâğıtlarının karası yüzümü boyuyor. Benim de kamyonum
var. Çamurdan ya olsun. Hasan’la ikimiz yaptık, tekerleri de gazoz kapağından;
bakkal amca verdi.
Berberin makası başımda garip yollar açıyor.
Herkes bana bir tuhaf bakıyor. Konuşulanlara anlam veremiyorum. Her şey
yabancı… -çocuğunun koltukta oturuşu babasına benziyor- “Allah nur içinde
yatırsın iyi adamdı Yusuf ağabey.”
-Hasan’ı niye annesi berbere
götürüyor?
Babam beni parka götürmüştü geçen yaz. Horoz
şekerler almıştı. Sarı liralı çikolatalar. Sarı liraları biriktiriyor herkes.
En çok da Kemal’in babası…
-Bizim evde sarı liralar yok
öğretmenim.
Yasemin saçlarına kırmızı kurdeleler
takıyor, fiyonklu. Yarın papatya götüreceğim ona. Taç yapıyormuş ninem
bunlardan. Söylesem bana da yapar mı? Ne etcen sen der ya, öğretmenime
götürüyorum derim.
Dedemin elleri tütün sarısı… Tespihini
şakırdatıyor.
“Yollarda fazla oyalanma daha bir
sürü iş var.” Odun topluyoruz. Dalgalarla gelen kömür parçalarını
biriktiriyorum. Kömürlerin karası tırnaklarımın arasında… Ellerimi saklıyorum,
en çok da Yasemin’den.
Çantamdan kâğıtları çıkarıyorum:
Kırmızı, yeşil, mavi, sarı, siyah elişi kâğıtları… Kocaman bir gökyüzü
yapıştırıyorum deftere. Defter masmavi. Beyaz güvercinlerim de olsa, sonra
uçurtmalar geçiyor aklımdan, sonra annem geliyor, sobanın kovası elinde. Yüzü
kömür karası…
“Senin için; ikimiz için
gidiyorum. Kömür karası saçlarına ipek eşarplar almak için. Amcaoğulları ile
konuştum. Çok çalışırsam seneye varmaz evimizi düzeriz. Düğünümüz dillere
destan…”
İmam efendi gelmiş düğüne.
“Merhumu nasıl bilirdiniz?” Elinde, kocaman sopası yok. Başıma, ellerime de
vurmuyor. Kaçıyorum vuracak diye, yanağımı okşuyor zımparalı elleriyle.
Annem baştan ayağa simsiyah
duruyor köşede. Annemin saçları apak… Babam gittiğinden beri bana şeker alan
yok. Ben baba olunca şekerci olacağım. Kıvrımlı, düdüklü, horozlu cam cam
şekerler.
Her tarafı beyaza boyamışlar.
Duvarlar, odalar, masalar, yataklar... Giysileri bile bembeyazmış. Hasan öyle
söylüyor. Annesi, Hasan’ın da beyaz giymesini istiyormuş. Üstü kirlenir diye
çamurdan arabalar yapmıyoruz artık.
“Durumunuz ciddi. Evli misiniz?
Eşinize haber vermek ister misiniz?”
“Kardeşim yoktu benim. Babamı hiç
tanımadım. Amcaoğulları çağırdı. Bu küçük ilçede ne işim vardı. Büyük şehirde
büyük paralar kazanacaktım.”
Babam gelmişti. Elinde çantası
vardı. Benim okul çantamdan büyüktü çantası.
-Babam okuldan mı geliyor anne?
…
Akşamlar uzayıp gidiyor. Her şey
beyaza çalıyor. Yüzlerde bile aynı renk. Babam konuşmuyor yine, dumanlar
savuruyor ağzından. Duman annemin gözlerine doluyor. Annemin gözleri sisli…
-Yemeden içmeden sizin için
çalıştım. Sizin için tükettim kendimi.
Annem cevap vermiyordu. Babam
bizimle yemeğe oturmuyor, yatıyordu. Babalar hasta oluyormuş şehirden gelince.
Hasan’ın babası da şehirden gelince hep yatmış. Sonra dört kişi götürmüş
Hasan’ın babasını. Bir daha hiç gelmedi diyor Hasan. Annesi götürüyor onu
berbere. Ben kendim gidiyorum. Okulda ikimizin bisikleti yok. İkimiz kömür
topluyoruz. Ötekilerin evlerine geliyor kömürleri. Biz topluyoruz. Kemal beyaz
gömlekler giyiyor.
“Herkes yarın beş lira getirecek.
İki kişi kaldı getirmeyen.”
Eve gitmiyorum akşamları. Çok
kâğıt toplarsam giderim. Meselâ beş liralık… Artan parayla da düdüklü şeker,
leblebi tozu alırım.
Sobanın alevleri odanın tavanında
oynuyor. Annemden gizli bir yumurta atıyorum kaynayan kazanın içine. Yarın gezi
var. Herkes köfte götürüyor. Kemal’le Yasemin börek de götürecekler. Biz
patates götüreceğiz Hasan’la.
Koçun boynuzlarına kırmızı
şeritler bağlamışlardı. Gelin gibi süslüydü. Gözleri sürmeli... “Çocuğun önünde
kesmeyin Yusuf. Korkar yavrum.” Hep birlikte yemeğe oturduk. Annem güzel
yemekler yapmıştı o gün. “İsmail’i kesecekti koç olmasaydı.” ,diyor İmam Efendi.
-İsmail’i babası lunaparka
götürdü mü anne? -İsmail’in kırmızı bisikleti yokmuş.- Arkadaş oluyoruz onunla
da.
İmam efendi sıra dayağına çekiyor
hepimizi. Gitmiyorum artık camiye. Hem bizim koçumuz yok. Her tarafta kömür
kokuyor. Erikler çiçek açmayı unuttu. Annem hiç unutmuyor ama, her sabah un
çorbası yapıyor bana.
Köprüden sağlı sollu insanlar
akıyor. Kızların elinde pembe pamuk şekerler var. Ellerimi saklıyorum annemden. Ellerim pembe…
Çarpım tablosundan önce ekmeğin
fiyatını öğreniyorum. Bir avuç misket veriyorum fırıncıya. Bir avuç miskete bir
ekmek alıyorum. Annem kırıyor ekmeği küçük küçük; una buluyor, kızartıyor. Üç
akşam yiyoruz ekmeği.
“Bak oğlum geldim ama yarın yine
öleceğim. Sen artık koca adam oldun. Annene de bakarsın kendine de.”
Küçücük uyanıyorum rüyadan. Babam
seferden gelmiş gemi kaptanı… Hasan’la kâğıttan gemiler yapıp yüzdürüyoruz. Hep
batıyorlar. Kemal’in gemisi batmıyor. Kendi kendine gidiyor. Babası almış
şehirden.
Sobada çıtırtılar... Mavi
dumanlar doluyor odaya. Ağlamıyorum. Erkeğim ben. Ağlayamam. Leğeni getiriyor
annem odanın ortasına. Yıkıyor beni. Hasan kendisi yıkanıyormuş. Çamaşırlarımı
kaynatıyor annem. Öğretmen, beni eve yolladı bugün. Diğer çocuklara da
bulaşırmış. Kimse gelmiyor yanıma. Kemal’le Yasemin birlikte geziyorlar. Hasan
da yalnız oturuyor sınıfta. Öğretmen sıramı ayırdı. Saçlarımı kazıyor annem.
Hasan yanımda oturuyor. Ayakkabı
getirdi iyi teyzeler. Bana olmadı hiç biri. Fakirler alamazmış dedi Kemal, onlara
başkaları yardım edermiş. Babası varmış onun, o yüzden zenginlermiş. Fakir…
Büyüyünce okula gitmeyeceğim. Her
gün gitmem ya da;arada giderim Yasemin’i görmek için.
Yoldan tozlar yükseliyor.
Böğürtlenlere çiçek açtırmıyor toz. Ellerim, yüzüm ağzım mosmor…
“Eskici… Eskiler alınır… Eskici…”
Kapımızın önünde duruyor. Hayallerimi, oyunlarımı satıyorum eskiciye. Ebemkuşağı
veriyor bana. Sokaklarda koşturuyorum. Koşmuyorum, uçuyorum. Çocuklar da koşuyor peşimden. “Eve gel, geç
oldu. Baban ayaklarını kırar şimdi.” Birden ortadan siliniyor çocuklar. Kimse
koşmuyor peşimden. Ben de koşmayı bırakıyorum artık. Güneş’i eve çağırıyor
annesi. Güneş gidince her yer karanlık… Yalnız yollardan eve gidiyorum, ne
köpeklerden ne de karanlıktan korkuyorum. Evin erkeği benim çünkü. Güneş son
kez bana bakıyor. Yarın yine öleceğim diye sözleşiyorum güneşle…
Bir tıslama… Kapılar açılıyor, gözlerim
de.“Evet efenim geçmiş olsun, son durak.” Yolcular dalgalanarak kapılara hücum
ediyor. Bir an önce inip öndeki dolmuşta yer kapmaya koşuyorlar. Yaşlı adama sinirleniyor
arkadaki genç: “Hadi emmi yatıya kalmadık.” Otobüs boşalıyor; zihnim de…
Merhaba yeni gün!